74 yıldır ülkemizin bitmeyen kronik sorunlarının yaraları büyüyerek devam ediyor.

İktidarların ideolojik duruşları ve koalisyonların siyasi yapıları ne olursa olsun sonuç aynı.

Her iktidar bir dönem sonunda ülkeyi sorunlar yumağı ile kördüğüm azıediyor ve halkın kızgınlık ve nefretinin hedefi olarak, ya  seçimlerde ya da seçimsiz  “kovalanıyor!.”

74 yıldır çözülemeyen ülkemizin en önemli sorunlarının başında “ödemeler dengesinde” bir türlü kapanamayan ve büyüyen açıktır.

Milletimizin ve devletimizin ihtiyacı olan parayı kazanacak mal ve hizmetleri bir türlü yeterli miktarda üretemiyoruz.

Tam 74 yıldır ürettiklerimizde kazandığımızdan çok harcamak mecburiyetinde kalıyoruz.

Her zaman dışarıdan gelecek borç paraya mahkum yaşamaya çalışıyoruz.

Liberal, sosyalist, muhafazakar ve siyasal dinci kadrolarla yönetilen siyasi partiler sırası ile iktidar oldu ve denendi.

Yine de bu kronik kanayan ödemeler dengesi  yaramızı asla çözemedik !

Geriye dönüp bakmamız ve  ısrarla nerede yanlış yapıyoruz sorusunun cevabını bulmamız gerekiyor.

Çünkü yolun sonu belli oldu: Çıkmaz sokakta borçla büyüyen ekonomisi ve homojenliği bozulmuş sosyal patlamalara gebe artan nüfusumuz ile  duvara hızlıca çarpmanın arefesindeyiz.

Değişik dünya görüşlerine ve kadro birikimleri farklı ideolojilere sahip olan siyasi iktidarlar “-çözüm bizim iktidarımız da” diyorlar ve bir ümitle millet tarafından seçiliyor fakat bir türlü ödemeler dengesi düzelmiyor ve her iktidar “ekonomik çöküş” sebebi ile bedel ödeyerek dağılıyor ve siyaset sahnesinden bir daha gelmemek üzere ayrılıyorlar.

AK PARTİ’nin  de  aynı kaderi yaşamasına bir adım kaldı.

Devasa ekonomik sorunlar, borçlar ve bugüne kadar görülmemiş büyüklükteki rakamlara sahip ödemeler dengesi açığı ile noktayı AK Partide  koymak üzere.

Milletçe farklı siyasi kadroları yönetime getirmemize rağmen bir türlü kronik sorunlarımız bitmiyor ve çözüme ulaşamıyoruz.

Bu güne kadar bir tek Milliyetçilerin liderliğinde bir siyasi iktidarı ülke yönetiminde dümende etkin ve güçlü olarak göremedik ve deneme fırsatımız olmadı.

Koalisyonlarda ve belli dönem iktidarlarını sosyalist, liberal ve siyasal dinci olsun  ayrım yapmadan dışarıdan desteklemelerle de bir faydanın sağlanmadığını da  gördük ve halen görmekteyiz.

Bu noktada şu soruyu sormalıyız.

Sorunun kaynağı iktidarların siyasi ve ideolojik konumlanmaları mı yoksa liyakat ve ehliyet sahibi kadrolara sahip olamamaları mı?

Ya da iktidara gelirken sahip olmadıkları bazı iş bilen liyakat ve ehliyet sahibi kadroları değerlendireme başarısını gösterememeleri mi?

Ben, sorunun asıl temel kaynağını siyasi iktidarlar ve yönetim kadroları olarak görmeğe devam edersek asla bir çözüme ulaşamayacağımıza inanıyorum.

Elbette bu “ödemeler açığı” belasında siyasi iktidarların ve yönetim kadrolarının katkısı (!), beceriksizsizleri ve şahsi çıkar kavgalarının ve de maalesef talanlarının bir etkisi olmuştur.

Fakat asıl temel sorunumuz ve de hiçbir iktidarın neşter vurmadığı ve hatta vurmaktan çekindiği ve korktuğu bir gerçek Demokles’in kılıcı gibi başımızın üstünde durmakta: Son 74 yıldır ister darbe yönetimleri eliyle ve isterse siyasi iktidarların tercihi ile  olsun yapmış olduğumuz uluslararası anlaşmalar ile ellerimize ve ayaklarımıza vurulmuş olan “yeni sömürgeciliğin” prangalarını ne sorguluyoruz ve ne de gündeme getirebiliyoruz.

Kesin ayet gibi kabul ettiğimiz ve devlet olarak altına imza attığımız bir çok uluslararası anlaşmaları başa dönüp yeniden niçin incelemiyor ve nere de kazık yediğimizi niçin hiç sorgulamıyoruz?

200 yıldır kronik bütçe açığımızı “sömürgecilerin” dikte ettirdiği ve bizim mecbur kalarak imzaladığımız anlaşmalara ve hukuki düzenlemelere bağlı kalmak mecburiyeti ile aldığımız borç paralarla kapatacağımızı sanıyor ama asla bir türlü kapatamıyoruz !

74 yıldır küresel sermayenin emperyal yapısının ülkemiz için sınırlarını ve kurallarını belirlediği alanda ekonomik bağımsızlığımızı kazanmış, özgür ve güçlü bir ülke olacağımız hayali ve iddiası ile kürek mahkumu misali millet olarak enerjimizi sürekli tüketip duruyoruz. 

Ne yarışı bitirebiliyoruz ve ne de istediğimiz hedefe varıyoruz.

Halkın ağzındaki hamasi ve gerçekçi olmayan ve de yenilen kazığın büyüklüğü ile orantısız iddia ve sözlere takılıp kalıyoruz.

İktidarların  ve kadrolarının hırsızlık ve israfı olamasa  hiç bir derdimiz kalmaz zengin bir ülke oluruz(?)!

Hikaye ! 

Yeni sömürgecilerin binbir uluslararası tezgahla ve tuzakla yaptıkları hırsızlığının yanında yerli işbirlikçilerine verdikleri rüşvetler “nun üstünde bir nokta !.”

Şimdi son 70 yılda bazı kırılmaları özet olarak hatırlayalım.

-NATO’ya girerek “BATI” ile siyasi ekonomik entegrasyonunuzu tamamladığımız zaman ülkemiz güçlenecek ve ekonomik sorunlarımız kalmayacaktı !

Kalkınacak ve ödemeler dengemiz sağlanacak, ihracatımız ithalatımızı geçecekti.

Olmadı !

-24 Ocak acı reçetesini (1980 Demirel iktidarı) uygulayınca sorunlarımız bitecek düze çıkacaktık.

Olmadı !

-Özal ile başlatılan “özelleştirme” ve yeni liberalizm rüzgarına yelken açarsak, devleti ticaret dışına itersek ülkemiz kurtulacak ve ihracat patlaması yaparak ödemeler dengesini düzeltecektik.

Olmadı !

-AB’ye girme maceramızda önce “gümrük birliğine” girmemiz sonra AB’ye girebileceğimiz iddiası ile “ödemeler dengemizi” düzeltecek ihracat patlaması yapacaktık.

Gümrük birliğine önce girdik. Lütfedip kabul ettiler ama işe bakın ki ithalatımız aldı başını gitti. Makas o gün bugündür açılmaya devam ediyor.

Yine olmadı !

-Derviş yasaları ile 15 günde 15 anayasa maddesinin değişikliğini yaparsak ve bankacılık kanununu başta olmak üzere ekonomik yapısal kararları hızla alırsak ve de ABD’nin gönderdiği dünya bankası uzman memura Hazinenin anahtarını teslim edersek, “Başbakanlık” önünde kasa atan esnafın da dahil ülkemizin her türkü ekonomik sorunu çözülecekti (?)!

Emredersiniz diyerek hepsini istenen zamanda ve kriterlerde aynen hiç geciktirmeden yaptık.

Hem üstüne bir de Apo’yu da asmadık ve idam cezasını kaldırdık.

Yine olmadı, yine olmadı.

Yorgan yine  kısa düştü ayaklar dışarıda kaldı.

-AB katılım sürecinde katma protokolü imzalar ve fasılları açarsak ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarımızı hızla çözecektik (?)!

İstedikleri fasılları cımbızla açıp bitirdiler, istemediklerini ya asla masaya getirmediler ya da bitirmeyip hala masada tutuyorlar.

Ama biten fasıllar gereği iç hukukta her türlü kanun değişikliklerini ve yönetmelik düzenlemelerini bize dikte ettirip yaptırdılar. 

2004’de başlayıp 2006’da bitirdiğimiz; “Gıda güvenliği, veterinerlik hizmetleri ve bitki sertifikasyonu başlıklı 12. fasıldan dolayı AB standardına yükseldiğimizden (?) beri ne gıda terörünü ve ne de et fiyatlarını durduramıyoruz.

Sağlık sektörümüz “artan bağışıklık sistemi sebebli kronik hastalıklar” ve yeni sömürgecilerin  ilaç endüstrisi tuzağında boğulmak üzere !

Bize bu sefer işler düzelecek, ekonominin kuralı bu diyerek önümüze koydukları her yeni zoraki anlaşmanın hepsinde sonuç aynı: her zaman ihracatımızdan daha çok ithalatınız arttı ve ödemeler dengesi açığımız büyüdükçe büyüdü.

Her dönem sonunda ödemeler dengemiz daha büyük açıklar ile bozuldu. Ve dış borç stoku hem devletin hem de özel sektörün  her geçen yıl daha da arttı ?

Yukarıda ki anlaşmalara ilave olarak daha sırada sayısız  DTÖ ( Dünya Ticaret Örgütü) DSÖ ( Dünya Sağlık Örgütü ) vs. bir çok BM nezdinde yaptığımız ve ticaretten, tarıma ve de sağlıktan eğitime kadar  ekonomide olduğu gibi bir çok yeni emperyal sömürgeciliğin ayaklarımıza taktığımız prangaların ne kadar farkındayız ve ne de sorgulama ihtiyacı duyuyoruz?

Yeni sömürgeciliği ve onun bizim gibi güya kalkınma sürecindeki ülkelere destek yalanı ile attıkları kazıkları anlayıp görmeden ve bu tuzaklardan kurtulmadan ve de çözüm için kafa yormadan hiçbir kronik problemi çözemeyeceğimizi farkedip anladığımız zaman inanın işin en önemli eşiğini aşmış olacağız.

Daha sırada AHIM, var !

AB ile imzalamış “Düzensiz Göç” benzeri tek taraflı kazığı yediğimiz ve yemeye devam ettiğimiz anlaşmalarımız var.

Konunun daha iyi ve pratiği ile anlaşılması için çok yakın zamanda tartıştığımız bir uluslararası anlaşmayı işaret ederek bu konularda HABERHERGÜN’de yazacağım seri yazılarımın ilkini noktalamak istiyorum.

“İstanbul sözleşmesi”.

AK Parti hükümetinin imzaladığı bir anlaşma. İçeriği çok tartışıldı. 

Fakat ben sonradan  iptal edilen bu anlaşma  ile ilgili   bir başka noktaya parmak basmak istiyorum.

Usül şudur.

Bir uluslararası anlaşmaya “devlet” olarak imza atarsanız taahhütte bulunursunuz.

“Ben bu imza attığım anlaşmanın gereği olarak iç hukukumda gerekli düzenlemeleri yapacağım. İlgili kanun ve sonrasında yayınlayacağım yönetmelikler ile iç hukukumu bu anlaşmanın maddelerine uygun hale getireceğim” demiş olursunuz.

Şimdi İstanbul sözleşmesi imzalandıktan  sonra Medeni Kanunumuzda, Ceza Usul Kanunumuzda  ve Ceza Kanunumuzda yapılan değişikliler dururken siz İstanbul Sözleşmesini iptal etseniz ne olur etmeseniz ne olur?

Bu sözleşmeye bağlı olarak yapılan değişiklikler halen yürürlükte ise siz neyi iptal etmiş oluyorsunuz?

Şeklen tribünlere oynamaktan başka ne hedefiniz olabilir?

İşte gerek BM, gerekse ABD ve AB ile yaptığımız bir çok sayısız anlaşmalar gereği hemen her sahada iç hukuk düzenlemeleri ve kanun değişiklikleri yapıldı.

Bu anlaşmaların gereği karşı taraf her zaman elinde bir keser tuttu ve kendi lehine olacak durumları hem de anlaşmalara sadık kalmadan uygulama kararlılığını gösterdi.

Bize ise elma şekerinin çomağı kaldı.

Şekeri yalasak neyse onu da sömürgeciler ve yerli işbirlikçileri ile gayri milli yapılar yaladı ve yalamaya devam ediyor.

Milliyetçilerin gündemi yeni sömürgeciliğe ve emperyal sistemin çarklarına milletimizin dikkatini çekmek ve bu ihanete varan sorunlarımızın  çözümlerine kafa yormak olmalıdır.

Milliyetçiler birleşmeli ve iktidar olma zamanı geldi demek işin kolayı.

Milliyetçilerin hedeflerini ve yapacaklarını bir başkaldırı ruhu ile ortaya koymaları gerekir.

Başkaları yönetti, şimdi sıra bizde demek boş laftan öteye geçmez. 

Önce 74 yıldır devam eden sorunları  çözümleri ile ortaya koymalıyız.

Biz dürüstüz, kahramanız, vatanseveriz, cesuruz, milletimiz için dün olduğu gibi her zaman can vermek dahil her fedakarlığa hazırız lafları yeni sömürgeciliğe karşı ortak paydada buluşup direnci ve çözümü ortaya koymadan peynir gemisini bile yürütülmez.

Bu konulara önem sırasına ve gündemin verdiği fırsatlar imkânında devam edeceğiz.

Sağlıkla kalın.

Hakkı Şafak Ses