Matematik ile ülke ekonomisinin şematik olarak en güzel anlatımı  “havuz problemleri” ile yapılır.

Havuzu dolduran üstte musluklar vardır. Bunlar gelirleri gösterir.

Havuzu boşaltan alta ki musluklar ise giderleri gösterir.

Gelişmiş ülkelerin havuzları her zaman doludur. Bütçeleri fazla verir. Her zaman sattıkları mal ve hizmetler dışarıdan aldıkları mal ve hizmetlerin  toplamından fazladır.

Bizim Türkiye havuzunda ise giderler gelirlerden fazla olduğu için her zaman boştur. Dışarıdan, gelirler harici ilave borç takviyesi (dış kredi ) alınmaz  ya da yabancı yatırımcı gelmez ise havuz tam takır kalır ki bunun adı da iflastır.

Gelişmiş ülkelerin havuzları ile bizim ülkemizin havuzları arasında bir önemli fark daha vardır : Su kaçakları. 

Yani yolsuzlukların ve denetimsizliklerin sebeb olduğu havuzdaki çatlaklardan kaçan gelirler. 

Bu anlattıklarım hepimizin bildiği basit anlaşılır mevcut ekonomik halimizi gösterir bir havuz problemi.

Fakat ben daha farklı bir yaklaşımla Türkiye’nin ekonomi havuzuna bakmak ve dikkatinizi bir başka konuya çekmek istiyorum.

Türkiye 74 yıldır ABD-AB ve NATO ekseninde ekonomisinin iyi olması ve düzelmesi için bir çok uluslararası anlaşmalar yapmıştır.

Fakat her ne hikmetse sonuçta gelirler aritmetik olarak 1 kat artarken giderler aritmetik olarak 2 kat artmış ve 74 yıldır denk bütçe hayalden öteye gidememiştir.

20 yıl önce yaşadığımız ekonomik açıklar ve sıkıntılar küçük ölçekli dış kredi ve yabancı yatırımcıların para girişleri ile kapatılabilir durumdaydı.

Ama bugün artık bu açıkları yönetmek  ve kapatmak için bulunması gereken dış kaynak ve yatırım sermayeleri çok zor bulunabilecek büyüklüklere ulaşmış durumdadır.

Osmanlı’nın son döneminde yabancı banka ve bankerler borçlarını tahsil etmek için devletin vergi gelirlerini toplama ve alacaklarını mal olarak almak üzere pamuğumuza, tütünümüze, üzüm ve incirimize ve hatta gariban Anadolu köylüsünün buğdayına, arpasına çökmüşlerdi.

Osmanlı zabit ve jandarmasını yanlarına alarak zor yoluyla köy köy tahsilat yapıyorlardı.

Şimdi artık bu tür tahsilat yöntemlerine ihtiyaç yok.

Derviş yasaları ile AHIM ve Bankalar yasası başta olmak üzere bize her kriz döneminde yeni kredi verme şartı olarak yaptırdıkları kanuni düzenlemeler ile alacaklarını garantiye almış durumdalar.

Paradoks şu ki; alacaklarını garantiye almalarına karşılık bu borçları rahat ödememiz ve gelirlerimizi arttırmamız için yapmamız gereken mal ve hizmet üretimlerini yeterli oranda yapmamızın önüne her türlü engeli koymaya devam ediyorlar.

AB’ye girmemiz ve Dünya ekonomisine eklemlemlenmemiz gerekçesi ile bir yandan sürekli kanun değişiklik talepleri ile gizli engeller koymaktan asla vazgeçmiyorlar.

Bildiğiniz gibi uluslararası anlaşmalara devlet olarak imza attığımızda bu anlaşma maddelerine uygun olmak üzere iç hukukumuzda düzenlemeler yapmak mecburiyetindeyiz.

Çünkü uluslararası anlaşmalar, anayasamız ve kanunlarımızın da üstündedir. 

Yani borcum tahsiline değil de büyüyerek sürekli alacaklı durumda kalmak isteyen “BATI”nın tefeci” tuzakları ile tam 74 yıldır karşı karşıya kalıyoruz.

AB Gümrük birliği,

Derviş yasaları,

AB’ye girme havucu ile açılan fasıllardan dolayı iç hukukumuzda yaptığımız kanun ve yönetmelik değişiklikleri,

İkiz yasalarla gelen değişiklikler ve AHIM.

DTÖ ve DSÖ gibi uluslararası örgütlerin yaptırımları ve bu yaptırımlara bağlı olarak yapılan yasa değişiklikleri.

74 yıldır iyi olacak diye hep eyvallah dediğimiz “modern, demokratik dünyaya (!)”eklemlenme çabalarımız sonucunda “ekonomi havuzumuz”  her zaman çatlak, gelir gider dengemiz bozuk ve boş olan havuz için de yabancı küresel finans tefecilerine sürekli ihtiyaç halindeyiz.

Durup da biz nerede yanlış yapıyoruz ya da bize nerede yanlış yaptırılıyor diye düşünmek için hiç mi zamanımız yok?

Ekonomimiz  topyekün halkımızı yakan sorun evet. 

Ya eğitim maceramız?

Hele adalet!

Mahkemeler artıyor ve çeşitleniyor. Hakim, savcı, avukat sayısı artıyor.

Suç türleri ve suçlu sayısı hepsinden hızlı artıyor.

Cezalar ne ıslah edici ve ne de caydırıcı.

Suçlular alacakları cezalardan asla korkmuyorlar.

Tarımı ve gıda güvenliğini ise  hiç sormayın.

Tam teslimiyet içindeyiz tarım ve gıda üretimi ve de ticaretinde !

Batılaşma serüvenimiz geldiğimiz bu zaman diliminde her saha ve kademe de perişan ve yıkıcı bir maceraya dönüşmüş durumda.

Yolsuzluklar, adaletsizlikler ve ehliyetsizlikler üzerine konuşmak ve kızıp söylenmek bence işin kolayı. 

Elbet bu tür kanayan yaralara parmak basmak ve toplumum hafızasına kaydetmek önemli.

Ama bu tür muhalefet-iktidar çatışmaları esas kazığı yediğimiz ve bu tartışmalara sebeb olan tuzakları görmemizi engellememeli.

Niçin bugüne kadar siyasiler, akademisyenler, gazeteciler ve aydınlarımız geriye dönük taahhüt  altına girdiğimiz tüm anlaşmaları yeniden gözden geçirmez ve eğrisini doğrusunu analiz etmez?

AHİM’in çok yakın zamanda önümüze koyacağı tazminatları kaç yılda hangi bütçe ile ödeyeceğimizi  merak eden var mı?

“Yap işlet devret” modelinin bütçedeki açıklarının  sebeb olacağı yıkımların simülasyonunu kim yapacak?

Kuruluşumuzdan 100 yıl sonra “emperyalizmle” yüzleşmeye yeniden hazır olmalıyız.

Siyasetimizde ki “başka çaremiz yok, dünya ile savaşamayız anlaşalım” diyen mandacılar ile 100 yıl sonra “ya istiklal ya ölüm !” diyenler yine karşı karşıya gelecek yakın zaman sonra.

Atatürk’ün  100 yıl önce başlattığı kurtuluş mücadelesinde örnek alacağı bir “Atatürk’ü” yoktu !

Şükür ki bizim önümüzde yeni yüzyılda emperyalizm ile masaya oturduğumuzda onu yenen ve örnek alacağımız bir Atatürk’ümüz 

var !

Sağlıkla kalın

Hakkı Şafak Ses