Dünyada medeniyet üreten toplumlar yaşanmış olumlu ve olumsuz vakaların üzerine kendisine katkı sağlayacağı süreçleri değerlendirir. Bu değerlendirme konuşarak, tartışarak ama en önemlisi yazarak medeniyete katkı sunar.


Türklerde durum tam tersidir. Türkler ölerek medeniyetlerin oluşturmuşlardır. Bu yaratılıştan beri en pahalı metottur.

Bir yandan var olma mücadelesini yaparken, öbür tarafta yok olma destanlarıyla var oluşu geleceğe taşımaktır. Bu da taşınacak yük değildir.

Dünyada acaba hangi milletin hatıralarında hem de aynı zaman diliminde iki sefer orta öğretim okulları mezun vermemiştir?

Dünyanın hangi milleti evlatlarını kınalar yakarak ölüme göndermiştir?

Yeryüzündeki hangi milletin hafızasında çocuk tabir edilenler sisteme karşı çıkmış, düzeni değiştirme iddiasıyla binlerle ifade edilecek sayıları toprağa vermiştir?

Dünyanın hangi coğrafyasında 13-18 yaş arası binler cezaevlerinde yargılanmış, işkencelerden geçmiş, birçoğu fiziken sakat kalmış, idam edilmiş ve en anlaşılmazı ise cezaevlerinden çıkanlar inandığı davanın muvafakati için yollara düşmüştür?

Ülkücü hareketi destanlaştıran hikâye, ellerinde hiçbir imkân olmadan canları pahasına direnmeleridir.

Ancak en az 1980 öncesi mücadele kadar kutsal olan vaka meşru zeminleri yok edilmiş olan hareketin en çok ezilen, zulmedilen “Çoluk-Çocuk” diye hitap edilen kesim tarafından yeniden meşru zeminde ayağa kaldırılmasıdır.

Nasıl olmuştu da gençliklerinin henüz baharında olanlar cezaevlerinden çıkar çıkmaz ortaokul, lise, üniversitelilerle buluşmuş, darmadağın edilmiş kervanlarını yeniden yolda düzmüşlerdi?

Nasıl olmuş da başta 1980 ihtilalini yapan Amerika’nın ve destekçisi Avrupa ülkelerinin hep beraber tasarladıkları, büyük maddi imkanlar sağlayarak ve önceki siyasi hareketlerden de devşirdikleri kadrolarla oluşturdukları iktidara kafa tutacak gücü kendilerinde bulmuşlardır?
Ne olmuştu, nerede hata yapmışlardı da Türkeş ve şahsında ülkücülerin üzerinden tanklarla geçtik diyenler 1980’li yılların başında yaptıkları ihtilal, 1990’lı yıllara girerken başlarına geçiyordu?

Çok basit bir şey olmuştu!

Tarihi unutmuşlardı.

Türk milletinin bitmeyen on beşlileri 1978 neslinin şanlı mücadelesinin omuzlayıcısı olmuş, 1988’liler asırlardır nesilden nesle miras bırakılan Türk’ün turan davasının, alemlere nizam verme sevdasına gövdeleriyle beraber başlarını da koymuşlardı, başka on beşliler.

1988 nesli en az 1978’liler kadar kahramandır. 1988’liler Akif’in dediği gibi en az bedrin aslanları kadar şanlılardır. 1988’liler bitmiş, yok edilmiş denilen davanın sırtlanıcısıdır. 1988’liler bir önceki nesille beraber yükleri katbekat ağırlaşmış, bir yandan siyasi partilerini gençlik teşkilatlarıyla beraber meslek kuruluşlarını ayağa kaldırırken dağılmaya başlayan Sovyet Komünist rejimin sonuçlarını da körpe omuzlarının üstünde bulmuşlardır. 

Türkiye’nin içinde PKK adıyla, Azerbaycan’da, Karabağ’da, Ermeni çetelerinin azgınlığı devam ederken, Batı’da kudurmuş köpekler gibi ağızlarından salya akan Sırplar, başta Bosna olmak üzere Müslüman Türk Milletine ölüm yağdırıyorlardı.

Bir ayrı kudurmuş jivkov Bulgaristan Türklüğü’nü göçe zorluyor, bir anda milyonun üzerinde Müslüman Türk Edirne’ye yığılıyordu.

Tüm bunlar olurken öbür tarafta Rus, Çeçen ve bütün Kafkasya’ya ölüm yağdırıyordu. Gözler sadece Türkeş ve Bozkurtlarındaydı.

Ne yapacaksa Türkeş ve Bozkurtları yapacaktı.

Ülkücüler neredeyse zindanları, işkenceleri arar hale gelmiş, ağabey diye yıllarca sırtlarında taşıdıkları Ankara’da Sadi Somuncuları, Agah Oktaylar, Nevzat Köseoğulları, Namık Kemal Zeybekler, İstanbul’da Celal Adanlar, Ali Doğanlar, Faik İçmeliler, Yaşar Okuyanlar ve bu kadrolardan etkilenenler çoktan saflarını boşaltmışlar, başka saflarda yer almışlardı.

Celal Adan’ın Yakacık’ta Başbuğ Türkeş’in evinde dediği gibi “Ticaretlerine bakacaklar”dı.

Türk Milleti’nin sosyolojik sınırlarında oluk oluk kan akarken 1991 seçimleri geliyor, tüm olumsuzluklara rağmen Türk’ün umudu Başbuğ Alparslan Türkeş dünün ve o günün on beşlileriyle Başbuğ Atatürk’ün meclisine giriyordu.

Bu, her unsuruyla 1978 ve 1988’lilerin zaferiydi.

Birilerinin tabiriyle “Milliyetçi Çocuk Partisi” (MÇP) çay ocağı ahalisi diye dalga geçtikleri bizim ocak sadece Türkiye’de değil bütün Türk Dünyasında sancağını dalgalandırıyordu. Salonlar ve meydanlar “Başbuğ Türkeş, Başbuğ Türkeş sensin Alparslan’lara eş milletimin gözü yaşlı kurtar onu Başbuğ Türkeş” diye inliyor, on beşliler aynı asırda üçüncü defa zaferlerini ilan ediyorlardı.

O kahrolası günlerde Ankara’dan Sadi Somuncuoğlu’nun İstanbul’da Celal Adan’ın başını çektiği papatyalaşmış grup çoktan ANAP’lı olmuş, kendi tabirleriyle ticaretlerine bakıyorlardı. Sattıkları mal değil ülkücülerin kanı, yüce Türk Milleti’nin umuduydu.

Tüm bunları hatıraları tazelemek için değil, tarihe not düşmek için yazıyorum.

Türkeş sonrası hareketin hainleri baş tacı edilseler de, kurdukları kahpe tuzaklarla bütün kirliliklerle giderken içerde bıraktıkları Truva atları sayesinde hiç de hak etmedikleri yerlere gelip hak etmedikleri unvanlara kavuşsalar da bu devran değişecek.

On beşliler ölse de işkenceden geçse de açlığa mahkûm edilseler de Allah onları hiç mağlup etmedi.

Allah kendi ordusunu mağlup eder mi?

Umutsuzluk yok, yılmak yok, yıkılmak yok.

Yedi düvelle dövüşenler üç beş hapçıya, bunların ipini tutan müptezellere yenilmez.

Allah hakka inanları helak etmez!

İnanacağız ve iman edeceğiz.

Turan’ın eşiğindeyiz.

Yaşasın Türk’ün birlik sevdası.

Var olsun Turan!