4 Nisan 1997 tarihi Türk Milliyetçileri için önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte Türk Milliyetçilerinin hatta Türklük Dünyasının son Başbuğu Alpaslan Türkeş hakkın rahmetine kavuşmuştur.Türkün Başbuğunun hakka yürümesinin üzerinden 24 yıl geçti.

   Koca bir yirmi dört yıl…

  Uludağ Üniversitesine girdiğim ilk yılın ikinci yarısıydı.1990 yılının sanırım Mart ayının ortalarıydı. Bursa’da Altıparmak Caddesi Otel 2 Sokakta bulunan, yıkılmaya yüz tutmuş eski ahşap binanın üst katında bulunan, o zamanki adıyla Bizim Ocak Dergisinde (Ülkü Ocağı) üçü üniversiteden biri sivil dört arkadaş oturuyorduk. Ocak yöneticisi bir arkadaşımız telaşla içeriye girerek; “Başbuğ Bursa'ya geldi, Çelik Palas Oteline yerleşti hemen oraya gidelim” dedi. Biz şaşırmış, ancak çok sevinmiştik. Hemen bir Çekirge dolmuşuna binerek Çelik Palas Oteline gittik. Lobide Başbuğ Türkeş'i karşılamış ve otele kadar kendisine eşlik etmiş olan az sayıda(!) o zamanki adıyla MÇP'liler vardı. Hatırlamakta fayda var, MHP’nin hükümet kurduğu yıllar ve sonrasında Bursa MHP teşkilatında üst düzeyde görev yapan bir çok şahıs o dönemlerde ya başka partilerde bulunuyor yada “ülkücü hareket ve Türkeş bitmiştir” diyerek teşkilattan uzak durmaya gayret ediyorlardı!

  Başbuğ odasında dinlenmeye çekilmişti. Ocak yöneticisi olan arkadaşımız hepimizden daha tecrübeli olduğundan, hemen Başbuğun özel kalem müdürü olan Sami Cezraroğlu ile görüşerek, “Uludağ Üniversitesinde okuyan Bizim Ocaklı gençler olarak kendisiyle görüşmek istediğimizi” ileterek randevu talep etti. Sami Cezraroğlu Başbuğun akşam 8'den önce kimseyle görüşmeyeceğini belirterek “ancak ben yine de bir sorayım” diyerek Başbuğun odasına gitti.

  Randevunun sonucunu öğrenmek için Ocak yöneticisi arkadaşla ben yukarı çıktım. Diğer arkadaşlar lobide bizden haber bekliyorlardı. Görüşmek isteğimiz Başbuğa iletildiğinde “hemen gelsinler” demiş!” Aşağıda bekleyen arkadaşlara haber veremeden, büyük bir heyecan ve telaşla Başbuğun odasına buyur edilmiştik. On dokuz yaşında bir gençtim ve Dünya Türklüğünün Başbuğu olarak gördüğüm bir liderin odasına girmek benim için tarihi bir andı!

  Yatağının köşesine oturmuş bulunan Başbuğumuzun elini öptükten sonra, bizi büyük bir mütevazilikle sandalyelere buyur etti ve oturmamızı söyledi. Sonra adımızı, hangi bölümlerde okuduğumuzu, nereli olduğumuzu, babamızın ne iş yaptığını filan sordu. Heyecanla ve titreyen sesle bu soruları cevaplandırdığımı hatırlıyorum.

  Sonra Ocak yöneticisi arkadaşımız, Uludağ Üniversitesi Kampüsünde, SSCB tanklarının Azerbaycan'da gerçekleştirdikleri 20 Ocak katliamı protesto için düzenlediğimiz forumu komünist Dev-Genç örgütünün eli sopalı militanlarınca basıldığını ve çıkan kavgada birçok arkadaşımızın yaralandığını söyleyerek bu gibi olaylar karşısında nasıl tavır almamız gerektiğini sordu. Bunun üzerine Başbuğ, ailemizin bizleri okuyup vatana millete hizmet edelim, hayırlı birer evlat olalım diye zor şartlarda buralara okumaya gönderdiğini, bu nedenle başkalarının tahriklerine kapılmamamız, olaylardan uzak durmamız ve derslerimize önem vermemiz gerektiği gibi çok babacan nasihatlerde bulunarak, size bir hikâye anlatayım dedi. Bize sabırlı olmamız ve eceli gelmiş olan komünistlerle kavga etmemiz halinde zaten “ölecek” olanların katili olmamamız gerektiğini ima eden tarihi bir hikâye anlattı.

  Ancak Başbuğumuzun nasihati ve anlattığı bu kıssadan-hisse hikâye tamamdı da, gel gör ki Uludağ Üniversitesini “pilot bölge” seçmiş olan Dev-Genç örgütü nefes almamıza bile müsaade etmiyordu! Bize kavgadan başka seçenek bırakılmamıştı! E... bizimde elimiz armut toplamıyordu. Kavgaysa kavgaydı, alâsını yapardık.Yaptıkta...

  Milliyetçi Hareketin kitleselleşmeye başladığı,1992 yılının bahar aylarıydı. Bursa Ülkü Ocağı olarak hem Heykeldeki yeni yerimizin açılışını yapması hem de akşam kapalı spor salonundaki eğlence şölenine katılması için Başbuğ Türkeş'i Bursa'ya davet etmiştik.Büyük bir konvoyla Turan Köy girişinde karşıladık. Önce Haşim İşcan Caddesinde bulunan MÇP il başkanlığına uğradık sonra Heykel'de Ocağın açılışını yaptık. Akşamki eğlence gecesine katılmak üzere Başbuğ otelinde dinlenmeye çekildi. Gece başladıktan iki saat kadar sonra Başbuğun gecemize teşrif edeceği söylenmişti. O zaman şimdiki gibi cep telefonu gibi iletişim araçları yoktu. Biz büyük bir karmaşa içinde binlerce kişinin salonun ortasında oraya buraya koşuşturduğu, Ocağa yardım amaçlı bir açık artırma yapıyorduk.
Tamda bu sırada birden bire Başbuğ maiyetiyle birlikte salona girmesin mi! Hepimiz şok geçirmiş ve herhangi bir kortej yapmaya fırsat bulamadan büyük bir kargaşa içinde gençliğin Başbuğa doğru koşmasını engelleyememiştik. Başbuğa yaklaşmaya çalışanları yumruk tokat engellemeye çalışıyor ancak bunda fazla başarılı olamıyorduk. Başbuğ çok ciddi bir ezilme tehlikesi atlatarak nihayet yanında bulunan o zamanki MÇP İl Başkanı Mahir Özuzun'la birlikte protokol kısmındaki yerine geçebildi. Başbuğ çok sinirlenmişti! Oturduğu yerden Mahir Özozun'a dönüp el hareketleri ile ne kadar sinirlendiğini anlatması bugün gibi gözlerimin önündedir. Daha sonra neşesi yerine geldi ve Ozan Arif'in okuduğu türkülere bile eşlik etti. Başka bir zaman Mahir Özuzun'a Başbuğun kendisine ne söylediğini ve bize çok kızıp kızmadığını sorduk. Mahir Özuzun ise bizim sebep olduğumuz karmaşanın ceremesini Başbuğ'dan fırça yiyerek zaten kendisinin ödediğini, bizlere önce çok kızdığını fakat şölenin görkemli geçmesinden dolayı sonradan bize teşekkür ettiğini söyledi. Hatta Başbuğ'dan daha sonra bir teşekkür mektubu bile almıştık...

  Dışardan bakanların otoriter ve antidemokratik bir lider gibi gördükleri Başbuğ Türkeş gerçekte son derece yumuşak huylu, babacan, sempatik ama müthiş karizmatik bir liderdi. Asker kökenli olmasına rağmen milletinin ruh ve manevi iklimini, kendi özel hayatında bizzat yaşayan son Türk Kağanıydı! Son Başbuğdu! Ruhu şad, mekânı cennet olsun…