Müslüman-Hint kökenli İngiliz yazar Salman Rüşdi’nİn, 1990’larda yayımlanan “Şeytan Ayetleri” romanı üzerine, İran İslam Devriminin lideri İmam Humeyni’nin ölüm fetvası vermesi tüm dünyada radikal İslamcılık tartışanlarının miladi olarak görülebilir. Bu hususta Doğu Perinçek’in sahibi olduğu Aydınlık Dergisinde bir seri olarak farklı görüş ve eğilimlerdeki din bilginleri ile röportajlar yapıldı, yazılar yayımlandı. Bunlar arasında Türkiye İslamcı Hareketinin büyük saygı duyduğu bazı isimlerde var. Bunlardan biri İslamcı hareketin büyük değer verdiği ve büyük âlim olarak kabul ettikleri Sadrettin Yüksel. Meşhur Metin, Edip ve Müfit Yüksel’lerin babaları. Bir diğeri ise Hayrettin Kahraman. Hala yaşıyor ve muhafazakârlarca sivil bir fetva makamı olarak kabul ediliyor. Şimdi İslamcıların ve kimi muhafazakârların büyük âlim kabul ettikleri bu iki ismin Humeyni’nin Salman Rüşdi ile ilgili verdiği ölüm fetvası hakkındaki görüşlerine bakalım.

  Sadrettin Yüksel ve Hayrettin Kahraman’a göre Allah’a, Hz. Peygambere ve Kuran’a hakaret edenlerin İslam fıkhı (hukuku) açısından hükmü nedir?

  Türkiye İslami hareketine mensup her iki ismin bu konudaki görüşleri özetle şöyledir:

   3 Sünni mezhebe, yani Maliki, Hambeli ve Şafi ile bir Şii mezhep olan Caferiliğe göre Allah’a, Peygambere ve Kuran’a hakaret eden kimse, Müslüman olsun yada olmasın cezası ölümdür !

   Diğer Sünni mezhep olan Hanefiliğe göre ise hakaret eden kişi Müslüman ise önce tövbe etmeye davet edilir.Tövbe etmezse ölüm cezası verilir. Eğer hakaret eden kişi Müslüman değilse Hanefiliğe göre Müslüman olmamak en büyük günah kabul edildiğinden hakaret eden kişiye ölüm cezası verilmez, başka cezalar verilir. Hanefiliğe göre verilecek ceza o günkü siyasi şartlar göz önüne alınarak verilir. Yani ölüm cezası Müslümanların aleyhine olacaksa infaz edilmeyebilir, lehine olacaksa infaz gerçekleşir. Bu cezalar İslam devletinin meşru otoritesi tarafından verilir ve infaz edilirse meşru olur. Bu nedenle her iki isimde 1993 yılında İran İslam Cumhuriyeti dini lideri Humeyni tarafından verilen ölüm cezasının yerinde olduğunu belirtiyorlar ve Humeyni’yi tebrik ediyorlar.

   Türkiye'de İslami kesiminin çok değer verdiği bu iki ismin, 1993 yılına ait görüşleri özetle böyle.

  Günümüzde benzer görüşleri savunan ilahiyatçı, tarikatçı vb. din adamları çok fazla. İslam hukuku olarak kabul edilen fıkhî kitaplarında bu hükümler bolca mevcuttur. Aslında El-Kaide, Taliban, İŞİD-DEAŞ, Bako Haram, El Şahap, HaştiŞabi, Hizbullah vb. radikal Sünni ve Şia meşrepli örgütlerin dünyayı dehşete düşüren infazları, fıkhî kitaplarında bolca bulunan İslam Hukuku hükümlerine dayanır.

    Maalesef en ılımlı olarak lanse edilen geleneksel İslami kesimlerin tamamı bu İslam Hukukunu aynen kabul eder. Cübbeli Ahmet Hoca son zamanlarda Türkiye’deki selefi örgütlenmesi ve selefiliğin yayılma tehlikesinden söz ediyor. Selefilerin İslam Hukuku anlamındaki görüşleri teorik olarak Cübbeli Ahmet Hoca’nin görüşlerinden çok da farklı değildir. Tek fark Selefi örgütler kendi halifeliklerini ilan ettikleri için o halifenin emri ile Peygamberimize hakaret eden mesela Fransız Dergisi yetkililerine ve o dergiyi dersinde gösteren bir öğretmene “ölüm” cezası verip infazları gerçekleştirmiş olmaları. Ancak Cubbeli gibi düşünenlerin egemen olduğu bir devlet düzeninde bugün El-Kaide türevi örgütlerin yaptığı işi meşru İslam otoritesi yapması gerekecekti !

  Tabii torik olarak.

  Pratikte Humeyni’nin verdiği ölüm fetvası hiçbir şekilde yerine getirilmedi. Getirilseydi İran ve İslam Dünyasının başına nasıl büyük bir belanın açılacağı muhakkaktı! İslam hukukuna dayanarak radikal örgütlerin dünya çapında son 20 yıl içinde yaptıkları tüm eylemler Müslümanların aleyhine olmuştur!

  1400 yıllık tarih içinde oluşmuş fıkhî içtihatlar hiç sorgulamadan, olduğu gibi kabul edildiğinde, günümüzün evrensel değerler denilen insan hakları, demokrasi, ifade hürriyeti vb. gibi paradigmalarla büyük bir çatışma içine gireceği ve tüm dünyadan tecrit edilmiş bir İslam Dünyası ile karşılaşacağımız kaçınılmazdır. Böyle bir zihniyet dinler savaşı yada kimi Batılı düşünürlerce dile getirilmiş medeniyetler savaşına yol açacağı kuşkusuzdur. Ve günümüz koşullarında bu savaşı kimin kazanacağını da bellidir! Bu nedenle Müslüman ilahiyatçılar, bilim adamları, kanaat ve cemaat önderleri ivedilikle İslam fıkhî denilen içinde insan hakları, ifade hürriyeti vb. evrensel değerlerle çatışma halinde olan hükümleri ayıklayarak daha medeni ve tüm dünyanın kabul edebileceği bir demokrasi ve insan hakları ile uyumlu bir İslam fıkhî oluşturmaları gerekiyor.

  Selefi İslam yada radikal İslam ile mücadele ancak böyle başarılı olabilir.