İstanbul Sözleşmesi nedir? Türkiye’de bulunduğumdan bu güne kadar farklı şehirlerde kadınlar İstanbul Sözleşmesinden vaz geçilmemesi için çağrılar ettiğini, protestolar yaptığını görüyorum. Bir gün bir kadına İstanbul Sözleşmesi “çok mu önemli” diye, sordum. Evet dedi, “kadınlara karşı şiddeti kınıyor” diye yanıt verdi. Peki, sözleşme varken, kaç kadın şiddet gördü? Kaç kadın öldürüldü? Kadın sustu… Peki, o zaman bu sözleşme niçin var? Kadın yine susuyordu… O kadın sadece eline plaket tutuşturulmuş ve İstanbul Sözleşmesini bir Bulgarıstan milletvekili gibi detaylıca tahlil edemeyen biriydi. Peki, İstanbul Sözleşmesi feshedilince birçok milletvekillerin  karşı çıkmasına ne demeli? 
   Avrupa Birliği’ne üye olamayan Türkiye’yi, İstanbul Sözleşmesine ortak ediyorlar ama… Türkiye kültürüne zararlı ne varsa Batı onu politika ediniyor. “Kadın şiddetine karşı sözleşme” kısmı, sadece Türk kültürüne zıt düşünce tarzını, Türkiye’ye pazarlanabilmesi için bir kılıftan başka bir şey değildi.
  Bakın, Bulgaristan Parlamentosunun üyesi, Dr. Nikolai Mihaylov İstanbul Sözleşmesinin aslını, astarını bazı Türk milletvekillerinden daha iyi tahlil etmeyi başarmış. Onun sözlerine göre, İstanbul Sözleşmesi Çift Dipli Valiz gibidir. Yukarısı - tartışılmaz, aşağısı - ek emirler, yükümlülükler ve kontrol doludur.
 Bu sözleşme, rasyonel ve filolojik olarak 'güvenli' bir şekilde yorumlanabilir. Sözleşmede, cinsiyet, yani gender sözü, yalnızca kadın ve erkeklerin sosyal rollerini ifade ediyor gibi gösterilse de, aslında sözleşme, "ek" anlamlar da sağlayan kavramsal bir aygıtla yazılmıştır. "Gender" bir bukalemun kelimesidir. Yani üçüncü cinsiyet ideolojisi ve küresel cinsel devrimle ilişkilerin toplum tarafından hoş karşılanması içindir. Bu ise bizler için bir tuzaktır. 
   Dikkat edilmesi gereken konu şu ki, sözleşmedeki, "gender" kelimesi İstanbul Sözleşmesinde daha sık kullanılmaktadır. Ama bu kelimenin biyolojik bir farklılığı ifade eden "cinsiyet" kelimesi gibi net sınırları yoktur. Yani “gender” dediklerinde sadece erkek ve kadını kast etmiyorlar. "Şiddet" kelimesi bile sözleşmede aynı zamanda "ek anlamlar" ifade ediyor. Zaten iyi bilinen çifte standart hilesi kullanılarak hazırlanmış bu sözleşme. Dr. Mihaylov, "Bu sözleşmenin sorunu, şiddetin küresel dramasını ele alırken, kendisinin gizli ideolojik şiddet içermesidir" diye devam ediyor: “Sözleşmede ideoloji, ahlaki şantaj kullanılarak kılık değiştirilerek empoze edilir. Direniş, bize söylendiği gibi, erkek şovenizmi ya da insanın acı çekmesine sempati duymama çizgisi boyunca değil, çocuklar için korku ve sapkınlıktan kaçınma çizgisi boyunca ilerliyor. Skandalın özü de zaten budur” diye Bulgaristan milletvekili altını çiziyor.
    Garip olan o ki, 2011'de sözleşmeyi imzaladıktan hemen sonra Türkiye tarafından onaylandı. Resmî istatistiklere göre Sadece Türkiye'de 2010-2017 yılları arasında 377 kadın eşleriyle boşanma davası sürecinde öldürüldü. Bu şaşırtıcı değil, çünkü sonuçta, İstanbul Sözleşmesi'nin özelliği genel olarak şiddeti değil, belirli bir şiddet türünü, hakları değil, ayrı bir hak türünü ve sadece kadınları değil, kendini kadın gibi hisseden ama doğuştan kadın olmayanların hukuklarını korumak için düzenlenmiştir. Bulgar milletvekilinin sözlerine göre, İstanbul Sözleşmesi, aslında bize yabancı bir değer sistemini yerleştirmeden, toplumu küçük bir kısmının çıkarlarına karşılık gelen yeni bir modele göre yönetmemizi sağlayacak bir yönlendirmeden başka bir şey değil.

  10 Yıl  Sonra Fark Edilen Hatalı Sözleşme 

  Peki, Sözleşmenin aslını astarını 2011 de göremeyen Türkiye, yıllar sonra, yani 10 sene sonra bunu fark edip İstanbul Sözleşmesi'nden sonunda vazgeçti. Resmî açıklamada, "Bir grup insan Kadın Haklarının Korunması Sözleşmesi'ni kabul etti ve eşcinselliği Türkiye'nin aile ve toplumsal değerleriyle bağdaşmayan bir norm olarak sunmaya çalışıyor" denildi. Eşcinselliğin norm haline getirilmesine ilişkin belge etrafında tartışmalar devam ediyor. Sözleşmeyi inceleyen avukatlar veya sosyologlar kimin haklı olduğunu söyleyebilir, ancak kongre kapsamında düzenli olarak "kadın hakları ve LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel veya travesti) hakları ayrılmaz" kampanyalarının yürütüldüğü doğrudur. Buradaki meselenin siyasi yanı, Türkiye'nin 2011'de İstanbul'da kabul edilen Sözleşmeyi, LGBT üzerinden jeopolitik oyunların kurulmasını neden terk ettiği ve bundan sonra ne olacağıdır. Ülkelere müdahale politikası yeni bir oluşumda ortaya çıkıyor: LGBT hakları...
   Dava, 26 Haziran 2015'te ABD Anayasa Mahkemesi'nin eşcinsel evlilik lehine karar verdiği açık bir aşamaya girdi. Obama bunu "eşitlik mücadelesinde büyük bir kilometre taşı" olarak nitelendirdi ve Dışişleri Bakanı John Kerry, mahkemenin kararının dünyanın her yerine ulaştığını söyledi. Ayrımı kabul eden hiçbir hukuk adaletin önüne geçemez." dedi. Bu, demokrasiye yeni bir müdahale biçiminin habercisiydi. Bir yıl sonra, 12 Haziran 2016'da, Afgan Omar'ın Miami'deki Pulse gece kulübüne silahlı saldırısının ardındaki nedenlerden biri, bu sürecin devamı, "overton penceresinin" "radikal" e geçişini hızlandırma girişimiydi. 
   Cumhuriyetçilerin Trump'ın müdahaleci politikaları konusundaki soğuk duruşu süreci gölgede bıraksa da, başkan yardımcısıyken LGBT haklarını medeni ulusların bir işareti olarak tanıttı, ulusal kültürlerden ve sosyal geleneklerden daha yüksek olduğunu söyleyerek, aynı cinsten bir çiftin düğününü yaptı. 2016 yılında ev sahipliği yaptı. Biden'in başkanlığı sırasında yeniden faaliyete geçti. Çünkü: 1. ABD'nin demokrasi ihracatı artık bir müdahale politikası olarak algılanmaktadır; 2. Cesur bir politikacı veya aktivist bulmak her zaman kolay değildir, ancak LGBT üyeleri her ülkede bulunabilir; 3. LGBT hakları elbette bir “müdahale politikası” olarak değil, bir mesele olarak sunulabilir. Dış işleri Bakanı Anthony Blinke'nin "Washington artık rejimleri devirip zorla demokrasiyi empoze etmeyecek, farklı bir şekilde reform ve demokrasi çabalarında örnek teşkil edecek" açıklamasını okuyabiliriz. Başlıca örneklerden biri LGBT hakları olacaktır. LGBT hakları, yeni bir siyasi baskı eğilimi haline geliyor. Türkiye'nin "Ankara Mutabakatı" taslağını hazırlamak yerine şu anda İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi de olası tehditlere karşı önleyici bir adım olarak değerlendirilebilir. 

   LGBT haklarının feminizm yoluyla meşrulaştırılması senaryoları dikkat çekicidir. Neden feminizm ?! Bu soruya cevap arayışı, aile kurumu için olası riskleri görmemizi de sağlayabilir. Önemli olan odur ki, İstanbul Sözleşmesinin dip politikası, feminizm ya da homofobi değil, sadece onlara dayalı bir Türk kültürünü yabancı bir kültürü pazarlamaktır. Aynı İngiltere'nin göçmenleri Türkiye'ye göndermek niyeti gibi…
   Yani bir taraftan göçmenler, bir taraftan içerliği belli olmayan “İstanbul sözleşmeleri” ile Türk kültürünü sıfıra indirmek peşinde olan bu politikayı görün artık! Bunu görmek için de, bir 10 sene beklemek zorunda kalmayalım…