Graham Fuller 2 Aralıkta Türk dış politikası ile ilgili fikirlerini içeren bir makale yayınladı. Makalenin amacı Batı'nın bilhassa ABD'nin Türkiye politikalarını oluşturmak için tespitlerde bulunmak, mevcut durumun röntgenini çekmek.

  Graham Fuller 1961-1987 yılları arasında CIA'nın etkili pozisyonlarında görev aldı, sonrasında 30 yıl kadar ''Gölge CIA'' diye bilinen RAND Corporation'un baş analistlerinden biri olarak çalıştı. Görevdeyken ABD'nin Türkiye ve Ortadoğu politikalarının belirlenmesinde önemli rol oynayan isimlerden biriydi. Fikirleri halen, ABD ''derin devleti'' içinde en azından bir kesimin güncel eğilimlerini göstermesi bakımından önem taşımakta. FETÖ'yü Türkiye'nin başına bela ettiği, 15 Temmuz'un arkasındaki isimlerden biri olduğu iddia edilen Fuller, özellikle İslam coğrafyası üzerine kitap ve makaleler yazmayı sürdürüyor.

  Türkiye kontrolden çıktı mı? sorusuyla başlıyor makale ve ABD, Avrupa politik çevrelerinde, pek çok analizin bu konuda fikir birliğinde olduğunu söyleyerek kendi görüşlerini dile getiriyor.

''Kısa cevap, hayır, Türkiye kontrolden çıkmadı. Yine de ''küresel liderliğinin'' durumuna dair kendi dar ve ben merkezci saplantısıyla ABD'nin buna inanması anlaşılır.

   Türkiye'yi ''kontrol edebilme'' olanakları açısından NATO, AB ve hatta Rusya ve Çin de hüsrana uğrayabilir. Zira gidişat, dünyanın karmaşık bir bölgesinde kendi belirlediği yeni ve gelişmekte olan kimliğini ve özgüvenini keşfederken güç gösteren bir Türkiye'ye işaret ediyor.

 Bunu anlamanın anahtarı ise bizim Batı'da Türkiye'nin ne olmasını istediğimize bakmak değil, Türkiye'nin dünyadaki yerini nasıl gördüğüne bakmaktadır.''

 Ankara'yı yönlendiren başlıca etkenler nelerdir? sorusunu cevaplarken ''Türkiye'nin çağdaş jeopolitik vizyonu'', ''Türk imparatorluk geleneği başlığı altında: ''Bugün Türkiye'de geçerli olan büyük jeopolitik vizyon, Türkiye'nin Avrupalı bir güç, bir Balkan gücü, Ortadoğu gücü, Orta Asya gücü, bir Avrasya gücü ve bilhassa Müslüman bir güç olarak kabul edilmesi gerektiği, söylenerek özetlenebilir. Tüm bu iddialı talepler için bol miktarda tarihi gerekçe var. Ve bu köklü tarihsel vizyon bir kez özümsendi mi, herhangi bir Türk lider tarafından önemli ölçüde tersine çevrilmesi olası değil.'' diyor Fuller. Ve öyleyse tüm bunlar ''yeni Osmanlılık'' mı? sorusunu soruyor. Ve ''hayır bundan daha fazlası.'' diye cevaplandırıyor.

 Türkiye ve İslam, Müslüman dünyanın liderliği, Avrasya gücü olarak Türkiye, Rusya'nın görüşleri, Türkiye ve Çin başlıkları ile de konuyu ayrıntılandırıyor.

  Son değerlendirmesi ilginç: ''Türkiye, özellikle de ekonomisi bel verirken, bütün bu iddiaları aynı anda taşıyarak tabağına yiyebileceğinden çok fazlasını almış olabilir. Fakat Türkiye'nin '' sadık bir Batı müttefiki'' olduğu o eski güzel günler sonsuza dek geride kaldı. Bu Türk iddialarının temelini ve kapsamını anlamak, gelecek yıllarda Türkiye ile ilişkileri yönetmek için vazgeçilmezdir; Çünkü ABD, uluslararası siyaset kulvarındaki hakim rolünü gitgide kaybetmeye devam ediyor ve yeni bölgesel güçler kabul etmek zorunda kalıyor.''

 Her şeyden önce bu makalede zikredilen görüşler, yüzyıldır Türkiye devleti ve Türkler üzerinde yürütülen baskı ve kültürel, siyasi, ekonomik deformasyonun gerçek sebepleri hakkında bir fikir veriyor. Potansiyelimizin kendimiz tarafından fark edilmemesi, hayata geçirilecek adımların atılamaması için içeride ve dışarıda yapılan bütün faaliyetlerin gerçek amacı deşifre edilmiş oluyor.

 Türkiye’deki muhtelif siyasi akımlarca biri veya bir, ikisi ön plana çekilerek modern Türkiye Cumhuriyeti'nin ''dar dış politika vizyonu'''nun eleştirisinde, itirazında kullanılmış görüşlerin adeta toplamını ifade eden ''Türkiye'nin çağdaş politik vizyonu'' başlığı altındaki değerlendirme, dikkatle incelenmesi ve üzerinde çalışılması gereken bir konu. Tabii ''Tabağına yiyebileceğinden çok fazlasını aynı anda almış'' değerlendirmesi ile birlikte.

     Gerçekte Türkiye'nin tarihinin ve jeopolitiğinin ne denli çok dış politik imkan yarattığının, uzunca zaman sürdürülen Batı'dan başka her şeye gözünü, kulağını kapatan ve NATO ile birlikte adeta dış politikayı Batı'nın ''hık dedi başısı'' olarak algılamış bir Türkiye'nin, kendi tarihi misyonuna yönelmiş olduğunun bir tespiti hükmündeki bu makale, belki Batı'dan başka kuş tanımayanlar için uyandırıcı bir etki yaratır.

 Yine umalım ki ''Ne işimiz var Suriye'de'', ''Ne işimiz var Libya'da'', ''Türkiye'yi Ortadoğu bataklığından kurtaracağız.'', ''Eksen kayması'' gibi cümleler etrafında oluşturulan sözüm ona muhalefet gündemlerinin, kim adına oluşturulduğu ve hangi amaca yönelik olduğu hakkında fikir verdiği gibi, Erdoğan'ın belli çevrelerce niçin şeytanlaştırıldığı aslında Erdoğan'a düşmanlık maskesi altında, Türkiye'nin düşmanlığa milli menfaatlerine düşmanlığın ustaca nasıl pazarlandığı konusunda da bir fikir versin.

 Tabii ki sözümüz, Batı'ya kayıtsız-şartsız teslimiyetleri sayesinde, hiç hak etmedikleri siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik konumlarını kaybetmeme mücadelesi veren ''Batıcı elite değil, onun dümen suyunda iktidara muhalefet yaptığını sanan ''iyi niyetli şaşkın''lara...

 Türkiye için asıl meseleyse bu vizyonu devlet kurumlarından başlayarak, politikacılarımızın, aydınların, üniversitelerimizin, sivil toplum kuruluşları ve halkın zihin ve gönül dünyasında sindirebilmesi ve gereğini yapacak bilgi ve donanıma, organizasyon kabiliyetine ulaşmak için bir seferberlik içine girebilmesidir.

 Türkiye zaman ve şartların, uluslararası ilişkilerin imkan ve fırsat yarattığı anları değerlendirerek, kendi hinterlandında söz sahibi olabilecek doğru adımları yeniden atabilmek için, bu coğrafyadaki her ülkenin, her insanın, ruhunu, özlemini, ihtiyacını, dilini, dinini, tarzını, kültürünü, dağını, taşını bilip öğrenmek, anlamak zorundadır.

 Plan, program, taktik ve stratejiler, imkan, öncelikler, zamanlama üzerinde inceden, inceye çalışmak ve her şartta hedefe yürüyecek faaliyet planları yapma ihtiyacındadır.

 Bütün bunları yapabilmek en başta iç politik gelişmelerin Türkiye'yi bu vizyondan koparmasına müsaade etmemekle mümkün. Bu çizgiyi kıracak ideolojik, siyasi tavırların, yönelişlerin temelde Türkiye'ye hizmet dışında bir amaca yöneldiği, her şartta ve gerekirse her zorluğa katlanarak, her engele direnerek bu hedeflere yürümenin Türkiye için bir mecburiyet olduğu fikrini, devletinin de, halkının da aklına, iradesine kazımak zorunda.

 Türkler, Türkiye'nin aydın ve politikacıları, kimliğimizin bir parçası olan bazı olgu ve kavramları sahiplenip, bazısını dışlayarak, bütünü parçalayacak politikaların unsuru haline getirme alışkanlığını terk ederek, kimliğinin unsurlarını bir bütün olarak sahiplenmelidir.

 Tarihi, dini, kültürel değerlerimizin, kavramlarını, birleştirici unsurları dahi, ayrışmanın bir unsuru, birilerini ötekileştirmenin vasıtası yapma becerimize! bir son vermeliyiz.

 Birliğimizi gerçekten zayıflatan şeyin, bu olduğunun farkına varmak durumundayız.

  Aynı zamanda Avrupalı, Ortadoğulu, Kafkas, Orta Asyalı olmak, Türk ve Müslüman olmak, Alevi ve Sunni olmak, Balkanlı, batılı olmak bu coğrafya ve üstünde yaşayanların kaderidir.

 Türkler, tarihin çeşitli zaman dilimlerinde bu coğrafyada yaşayan etnik ve dini kimlikleri adaletle yönetmenin, bu kimlikleri barışık, yan yana yaşatan bir devlet ve toplumsal düzen yaratmanın tecrübesini yaşamış bir millettir. Bu coğrafyada bugün yaşayan devlet ve halklar arasında barış ve güç birliğini sağlayacak, coğrafyanın imkanlarını, üzerinde yaşayanların refah ve mutluluğuna hasredecek akıl ve gönül zenginliğine, hürriyet ve sorumluluk dengesini kuracak bir düzen vadeden bir mirası, geliştirip, uygulayabilecek yeteneğe ve birikime sahiptir.

 Bu misyon Türk milli kimliğinin en önemli unsurlarından biridir, bunu daha derinden kavramak ve hayata geçirecek adımları atmak neslimizin, tarihe ve çocuklarımıza ve coğrafyaya borcudur.

 Türkiye kendi medeniyetinin merkezi olmak, Doğu ile de Batı ile de eşit, hak ve adalet temelli ilişkiler geliştirmek durumundadır. Türkiye, birilerinin dayattığı günün değişebilir gerçeklerini veya dünya tahayyüllerinin özentisi, kuyruğu, himayesine muhtaç, yarı sömürgesi, ''hık deyicisi'' olmak zilletinden kurtulmuştur.

 Kendine biçtiği yeni statüsünü hegemonlara kabul ettirme mücadelesi içindedir.'' Yeni ufuklara doğru'' yelken açmış Türkiye bunu her halükarda başaracaktır. 21.yy'a ''Türk Asrı'' damgası vurulacaktır.

 Şüphesi Fuller makalesini, bu mücadeleye katkı vermek için yayınlamadı...!

           BAKİ SELAMLAR...