Türkiye’nin 2013’teki darbe süreci ve Sisi yönetimi sonrası Mısır ile olan çalkantılı ilişkisi, bugün yeniden gelişme sürecine girdi. Mısır’la 8 yıl sonra diplomatik görüşmeler yeniden başladı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Mısır’a Büyükelçi atanmasına ilişkin sorusuna “Süreç başladı. Aşama aşama gidecek” yanıtını verdi. İlişkilerdeki olumlu havaya ilişkin, Mısır’daki süreci yakından takip eden bir isim olan Prof. Dr. Altan Çetin ile Mısır-Türkiye ilişkilerinin dünü ve bugününü konuştuk. Prof. Dr. Çetin, bölgede Osmanlı Devleti’nin son dönemi ve sonraki süreçte bir medeniyet krizi yaşandığını ifade ederek, “İlişkilerin gelişmesi demek, iki tarafında çıkarına olacaktır. Bu milli bir meseledir ve milli meselelerde ciddi olmak gerekir. Bizim istediğimiz ülkemizin medeniyet olarak yükselmesidir. Herhalde bu yeni süreçte, Türkiye, pek çok fırsatı kendisi ve bölgesi lehine kullanacaktır.” dedi.

Türkiye ve Mısır arasında 8 yıldır dondurulan ilişkiler, Mayıs 2020’den itibaren yeniden imar sürecine girdi. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarları, Doğu Akdeniz’deki varlığı ve bölgesel dinamikler açısından önem arz eden bir ülke olan Mısır ile ilişkiler, Türkiye Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal başkanlığında bir heyetin, 5 Mayıs 2021’de başkent Kahire ziyaretiyle yeniden tesis edilme yoluna girdi. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki enerji politikası için de dönüm noktası olabilecek olan bu gelişmeyi, Anadolu Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Altan Çetin, QHA’ya değerlendirdi.

“ARAP BAHARI ÖNCESİ BÖLGEDE BİRİKMİŞ BİR ENERJİ VARDI…”

Türkiye’nin bölgesel çıkarları, Arap Baharı ve Mısır darbesi süreci başta olmak üzere birçok konuya değinen Prof. Dr. Çetin, Türk tarihi açısından Mısır’ın önemini de dile getirdi. İşte o röportaj:

Türkiye, 2013’te Sisi’nin iktidara gelmesinin ardından Mısır’la ilişkileri dondurmuştu. Bu tarihten itibaren Türkiye Mısır ile sık sık karşı karşıya geldi. Bu süreci doğuran sebepler nelerdir? Öncesi ve sonrasıyla Mısır’da darbe süreci ve o günleri nasıl yorumluyorsunuz?

Mısır-Türkiye ilişkilerinin kökleri çok eskiye dayanmaktadır. Fakat bugün ilişkilerdeki gerginlik ve yeniden tamir sürecinin nedeni, 2010 yılında başlayan Arap Baharı ve dış dinamiklerin tetiklediği olaylardır.  Bu süreçte, özellikle Obama dönemi ABD dinamikleri, demokrasi söylemi adı altında bölgeye umut verici söylemlerle yöneldiler. Bu tabii, bölge açısından şüphe uyandıran bir durumdu. Çünkü Osmanlı sonrası, dış dinamiklerin hiçbir zaman bölgeye düzen kurucu bir yaklaşımı olmadı. Daha ziyade gerginlikleri arttırıcı, aradaki çekişme alanlarını tahrik edici yoksa da bunları inşa edici bir bakış açıları vardır.

Arap Baharı süreci konusuna gelirsek, bölgede birikmiş olan bir enerji vardı. Arap Baharı süreci de  da bu enerjiyi, Osmanlı sonrası dönemde özellikle Suriye ve Mısır üzerinden ve tüm bölgeye yayılmış olarak devam eden bir kendini temsil edememe sorunuydu. Çünkü sömürge sonrası idareleri, genelde halkın istekleri bakış açısından değil bölgesel ve uluslararası dengeler sonucu bulundukları mevkiye gelmektedirler. Bunun en acılı örneğini Kerkük’te Türkmenler, Saddam döneminde yaşamıştır.

“OSMANLI DEVLETİ SONRASI DÖNEMDE, BÖLGEDE BİR MEDENİYET KRİZİ YAŞANDI”

Bu süreç içerisinde, Osmanlı sonrası ortaya çıkan kendi milli devletlerini kurma aşaması ve bunun belli bir süre devam etmesi fakat bunun bir kalkınmaya yol açmaktan ziyade, bölgede hayal kırıklıkları oluşturması sonrası, değişik düşünce akımları etkili oldu. Biliyorsunuz, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliğinin bölgede Nasır dönemi ve Suriye’de Baas Partisiyle iş birliği yaparak sosyalizmi benimsediği görülmektedir. Yine İsrail, bu anlamda bölgeden istikrarsızlığın ve gerilimin bir başka bir aktörüdür ve bu bölgede konumunu devam ettirmektedir. Bunlar tabii halklarda, hem tarihi süreçlerden gelen hayal kırıklıkları hem de Osmanlı sonrası dönemde yaşanan idare, devlet ve toplum krizlerine yol açmıştır. Buna genel olarak medeniyet krizi diyebiliriz. Çünkü ben Osmanlı son dönemi ve sonrası dönemde, yaşananların bir medeniyet krizi olduğunu düşünüyorum. Yine, benim anladığım manada medeniyeti oluşturan parçalar, içinde toplum devlet ve şehri kapsamaktadır. Bütün bu bölgede, bu yapılar sarsıldı, kutuplaştı ve parçalara ayrıldı ve bir çatışma zemini ortaya çıktı.  Aynı Türkistan’da, Türk dünyasında Sovyetler Birliği döneminde birtakım parçalanmışlar yaşandığı şekilde bunun kadar ağır olmamakla birlikte, Ortadoğu’da bir çok parçalanmış yapı oluşturuldu. Dolayısıyla, Ortadoğu’da da bütün bu parçalanmışlıklar içerisinde ülkeler, kendi düzenlerini oluşturamadılar. Bu manada, siyasi, sosyal ve ekonomik açılardan bir medeniyet krizine düştüler. Toplumsal bütünlüklerini sağlayamadılar, daha da kutuplaşmaya başladılar.

Mısır Rabia Meydanı / Arap Baharı süreci

“İSRAİL, İRAN VE SUUDİ ARABİSTAN, BÖLGEDEKİ İSTİKRARSIZLIĞIN VE GERİLİMİN AKTÖRÜDÜR”

Bu arada, bölgede İran ve Suudi Arabistan realitesini de göz ardı etmememiz lazım. Arap Baharı günlerinde, sürecin bölgenin lehine dönmesini dikkat şerhleriyle birlikte beklerken, herkes İran’da ve Suudi Arabistan’da bunun neden oluşmadığını merak ediyordu. Çünkü bu iki devlet, adeta Arap Baharına karşı, bunu tetikleyenler tarafından bir kalkana dönüştürüldü.

Mısır ile Türkiye’nin ilişkilerinin gerginleşmesine yol açtığı dönemde, Suudi Arabistan biliyorsunuz, Mısır’daki sivil ve askeri hareketliliğe büyük bir destek verdi. Bunların desteğiyle oradaki darbe süreci yaşandı. Aynı şekilde Suriye’deki Arap Baharı hareketinin de Rusya ve İran ile birlikte boğma hareketine girişildiğini görüyoruz. Sorarsanız ki, Arap Baharı süreci nasıl sonuçlandı? Arap Baharı süreci bu şekilde Mısır’da ve Suriye’de boğuldu. Halkların meşru istekleri Mısır’da bir karşılık bulmuş gibi gözükürken tam tersi bir istikamete evrildi. Ben o dönemde de yazdığım birtakım yazılarda bunu ifade etmeye çalıştım. Arap Baharı’yla harekete geçen kitlelerle, süreci kontrol eden dinamikler örtüşemedi. Yani, halkın talepleri bir siyasi harekete dönüşemedi. Bir iktidar çıkaramadı. Medeniyet baharı başka mevsime kaldı…Toplum, devlet ve şehirleri ile mizac kazanan bir coğrafya teşekkülü yine geleceğe bırakıldı.

Burada söylememiş gereken şey şu, Arap Baharı, bölgede Osmanlı sonrası gelişen sömürge ve sömürge sonrası hayal kırıklıkları antidemokratik dinamiklere karşı ortaya çıkmış iken; ne yazık ki o mantaliteyi daha da güçlendiren ve tahkim eden bir sürece yöneldi.

“ARAP BAHARI, BÖLGEDEKİ HAYAL KIRIKLIĞINI TELAFİ EDECEKTİ AMA…”

Ne oldu? Geleneksel olarak sömürge karşıt olarak açığa çıkmış olan İhvan gibi hareketler, bu süreci sırtlamak durumunda kaldılar. Onların tabii bu süreci, benim bahsettiğim medeniyet bağlamında, yani toplum, devlet ve şehir ekseninde idare edecek bir birikimi tek başına taşıyamayacağı aşikârdır. Ne teorik ne de pratik imkan ve kabiliyetleri buna yeterli değildir, zaten olamaz da. Burada ciddi bir toplumsal yapı, devlet planlaması ve ekonomi politiğe dayanması gereken bir yapılanma ihtiyacı vardır.  Mursi’nin seçimle gelmesinin ardından içerideki dinamikler, bunu kısa sürede tersine çevirdi. Bunda bahsettiğim imkan ve kabiliyet eksiklikleri, tecrübe yoksunluğu vs. de etkili oldu.  Mısır’da güçlü bir ilişkiler ağına sahip olan ordunun gücü göz ardı edilmemeliydi. Hem de dışarıdaki unsurlar Suudi Arabistan, İsrail gibi devletlerin gücü Mısır’daki Arap Baharı’nı sonlandıran etkenlerden oldu. Sokağın talepleri sokakta kalıp bir medeniyet talebine dönüşmeyince siyasi baharın ömrü de onun doğası kadar oldu.

Bunun sonucunda, Mısır’da 3 Temmuz 2013’de bir darbe yaşandı. Mursi içeride oluşturulan Temerrüt hareketi gibi oluşumlarla durduruldu. Darbe ile de yönetim mekanizması etkisiz hale getirildi ve yeni bir idare kuruldu, dünya da bunu sessizce kabul etti. Burada, Türkiye’nin Arap Baharı sonrası bölgede oluşmasını beklediği birtakım süreçler, büyük darbe aldığı için, Türkiye, ilkesel boyuttaki tepkisini söylem olarak ileri bir boyuta taşıdı. Dolayısıyla, biz olaya biraz daha kültürel kodlarımızla bakmak durumunda kaldık. Olaya, gelenekçi, kategorik perspektiflerden ziyade daha geniş çerçeveli daha diplomatik bir bakış açısıyla bakmak gerektiğini yazmış ve ifade etmiş birisi olduğum için bunları rahatça söyleyebiliyorum.

Mısır’da toplum adına bir özneleşme oluşturması beklenen Hüsnü Mübarek’i götüren devrim, terse döndü. O süreçten sonra, Rabia meydanındaki olaylar insanların hayatını kaybetmesi gibi süreçler de Türkiye’den büyük bir tepkiye yol açtı. Bu da karşı taraftan ciddi bir tepki almakta gecikmedi. Mısır, bölge içindeki ve dışındaki dinamikler tarafından da cesaretlendiği, desteklendiği için Mısır- Türkiye ilişkileri bunun sonucunda koptu. Bunu üzüntüyle izledik. Bu üzüntümüz büyükelçiliklerin karşılıklı çekilmesiyle daha da katlandı. Ortadoğu’nun en büyük devletlerinden biriyle ve tarihi olarak  kardeşlerimiz olarak gördüğümüz insanlarla bağımız kopmuş oldu.

Burada söylenmesi gereken şey şudur; Arap Baharı, bölgede Osmanlı sonrası gelişen sömürge ve sömürge sonrası hayal kırıklıklarının bölgedeki antidemokratik dinamiklere karşı ortaya çıkmış iken; ne yazık ki o zihniyeti ve yapıları daha da güçlendiren, sömürgeci güçleri bölgeye üşüştüren ve tahkim eden bir sürece dönüştü.

MISIR VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİN DOĞU AKDENİZ’E YANSIMALARI

Devlet Bahçeli “yerel halk” söylemi üzerinden Bakan Şimşek’i eleştirdi Devlet Bahçeli “yerel halk” söylemi üzerinden Bakan Şimşek’i eleştirdi

Aynı kaos ve madunlaşma Suriye, Mısır ve Yemen’de görüldü. Mısır’daki halk hareketini Suudi Arabistan ile, Suriye’dekini İran ile boğan güç, Suudi Arabistan ve İran’ı Yemen’de karşı karşıya getirerek Yemen’deki halk hareketini de boğmuş oldu. Orada artık, medeniyet adına mutabakat sağlayan bir toplum yapısının oluşması, bunu yönetecek bir siyasetin oluşması, bu anlamda bilim ve sanatın ilerlemesi tüm bunları sağlıklı bir ekonomi yürütecek bir yapının kurulması neredeyse imkânsız hale getirildi. Tıpkı Türkistan’da dönemin Sovyetler idaresinin yaptığı gibi, Çin’in örneğin Doğu Türkistan’daki uzun bir süredir devam ettirdiği işgal politikası gibi…

Düzen, makuliyet demektir. Bu noktada, Arap Baharı’nın oluşturması beklenen makuliyet ortadan kalkmış oldu. Bu yüzden, biz  Mısır’la karşılıklı irrasyonel bir yaklaşımla iletişim kurmaya çalıştık. Ancak bu noktada, biz haklı veya haksız aramıyoruz bunu anlamak lazım. Bunun sonuçta oluşmasını beklediğimiz netice açısından bir etkisi yoktur. Orada toplum düzeni ne haldedir, devlet düzeni nasıl oluşmuştur? Ve bunun sonucunda ekonomi ne haldedir? Buna bakmak gerekiyor. Doğu Akdeniz’in değişenleri ve değişmeyenleri açısından gelecek nasıl oluşacaktır artık bunlara bakmak gerekiyor.

Mısır, Türkler için çok eski ve kadim bir vatandır. Bizim Türk devleti ismiyle devlet kurduğumuz birkaç coğrafyadan birisidir. Memlüklerin kurduğu ed-Devlet et-Türkiyye dediğimiz Memlük Devleti orada kurulmuştur ki bundan öncesi de vardır. Dolayısıyla, Doğu Akdeniz Türkler için her zaman önemli bir coğrafya olmuştur. Doğu Akdeniz’in Suriye, Mısır ve Türkiye sahillerinde huzur yoksa orada bir huzur yok demektir. Bölge jeopolitiğinin biz öğrettiği ve tarihten bugüne Doğu Akdeniz’in gerçeği budur.

Türkiye, Arap Baharı, Müslüman Kardeşlerin lağvedilmesi ve Sisi darbe sürecinde Mısır’daki süreci doğru okuyabildi mi? O gün ne yapılmalıydı?

Mısır’da Mursi döneminde Türkiye’nin kurduğu ilişki ağı ve darbenin oluşma süreci açısından bakarsak, bizim bu manada geride durmamız zaten zor bir süreçti. Fakat bu süreç kategorik daha kültürel, geleneksel bir dille değil de, daha diplomatik okunarak hareket edilseydi, Doğu Akdeniz siyaseti açısından, bölge açısından daha az zararla atlatılması sağlanabilirdi.

Benim Mısır’da Mübarek gittikten sonra ve hem de darbeden önceki süreçte bulunma fırsatım olmuştu. Ben o dönemde 5 Temmuz 2013’te yazdığım bir yazımda şunları ifade etmiştim:

“Türkiye bu konjonktürde Tahrir’e sahip çıkmalıdır. Ancak Tahrir’e sahip çıkmak demek mevcut Mısır düzeni ile çatışmak değildir. Bilakis siyasi ve diğer unsurlarla Mısır’da derinleşmek demektir. Darbeyi alkışlamamak demek kapıları yüzümüze kapattırmak olmamalıdır. Bu sürecin geçici olduğu unutulmamalıdır. Türkiye tüm Mısır ile muhataptır. Bu konuyu değerlendirirken mezhepçi, ideolojik vesaire kavramların çok itina ile kullanılması zaruridir. Bazılarının ekmeğine yağ sürmenin manası yoktur. Mevcut kurulacak yapı ile ilişkilerin Mısır halkının maslahatı ve sandığın nezahetinin korunması adına çok dikkatli kurgulanması zaruridir. Türkiye bu konuda geçmişi ve tecrübesi ile şu anda darbezede olan gruplara çok ciddi bir oryantasyon yapıp yaşadıkları travmayı hızla atlatmalarını sağlamalıdır. Bu da konunun sosyoloji politiğinin diğer yönüdür. Bunun yanında Mısır ile devam eden kültür ve ekonomi bazlı ilişkilerin kesintiye uğramaması yukarı da iki maddenin gerçekleşmesi adına hayati önemdedir. Mısır’da Türkiye’nin çok değerli sivil inisiyatifleri vardır. Bunlar bu ülkeyi kılcallarına kadar tanımaktadırlar. Bu unsurların çok iyi organize edilip Türkiye-Mısır ilişkilerinin bu süreçten kalıcı zarar görmeden sahili selamete taşınması önemlidir. Üzüntümüzü ve duygularımızı derhal vicdanımızın bahçesine gömüp müstakbele bakmalıyız.” (5.7.2013)

Türkiye, bugün Doğu Akdeniz başta olmak üzere bölgesinde ve hinterlandında daha aktif bir süreç yürütme azminde. Mısır’la ilişkilerin iyileştirilmesi adımı, bu hedefe yönelik midir?

Suriye meselesi, Filistin meselesi, İsrail ile olan ilişkiler noktasında bakıldığında, yine Mısır ile Türkiye ilişkileri gündeme gelmektedir. Diğer bir konu da, Doğu Akdeniz’deki enerji formunun değişmesidir. Maden teknolojisi ve arama teknolojisinin gelişmesinin ardından enerji konjonktürü de değişmiştir. Devletler, Doğu Akdeniz’de artık bunu göz önüne almaktadır. İsrail, Yunanistan, Mısır ve birçok ülke, kendi payına düşecek kısma odaklandı. Tabii, Türkiye’nin de Doğu Akdeniz’de meşru hakları var. Yine Kıbrıs meselesi açısından da Mısır ile ilişkilerin en azından nötr seviyede kalması her zaman faydalı olabilecektir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki politikası ve bugün yaşananlar, Türkiye Mısır ile neden ilişkilerini düzeltmelidir sorusunun cevabıdır. Tarihi ilişkilerimizin ötesinde güncel durum bize bunu dayatmaktadır.

“MISIR HER ZAMAN ARAP DÜNYASINDA LİDERLİĞE OYNAR”

Mısır’ı iyi tanımak gerekiyor. Mısır, her zaman Arap dünyasında liderliğe oynar. Bu anlamda, onların Türkiye’ye bakışları bu perspektifle şekillenmektedir. Biz bunu karşılıklı bir dengeye oturtursak, bölgesel  (Filistin, Doğu Akdeniz, Suriye, Libya vb.) çıkarlarımızı koruyabiliriz. 

Olaya bu manada bakmazsak, menfaatlerimiz ciddi bir şekilde zedelenebilmektedir. O dönemde yazdığım diğer bir yazıda bu konuda şunları ifade etmiştim:

“Mısır’da yaşanan “özneleştirici” devrimin ardından Mısır yeni bir askeri maskaralık ile “nesneleşme” sürecine sokuldu. Burada sorun İslamcı veya muhafazakâr bir idarenin darbelenmesi meselesinden daha derin bir konudur. Konuya islamcı, sünni veya muhafazakâr perspektifinden bakarsak idrakimize giydirilen deli gömlekleri ile düşünmeye devam edeceğiz demektir. Konu bir coğrafyanın kendi kimlik ve şahsiyet algısına dairdir. Bir halkın kendisi olup olamama; kendi ben idraki ile düşünüp düşünemem kendisi için kendisi olma sorunudur. Olay daha geniş çerçevede Doğu Akdeniz’in siyaset ve vicdan haritasının yeniden şekillenmesi konusudur.”

Dolayısıyla, askeri darbe, hem Doğu Akdeniz açısından hem de Türkiye’nin Mısır ile ilişkileri bakımından fevkalade yaralar açan bir konudur. Biz tabii ki, darbeyi alkışlamayacaktık. Kafamızı toprağa gömmeyecektik. Zaten bu Mısır’daki duruşumuz noktasında, samimi de olmazdı. Ama oradaki muhaliflerin kendilerini ifade edilme şanslarının verilmesi, hem de bizim muhatap almak zorunda kaldığımız Mısır yönetiminin varlığına karşı denge kurabilmek önemliydi. O zaman bunu yapmak durumunda değildik ama şimdi ilişkiler yeniden tesis sürecine girmiştir. 

“TÜRKLERİN MISIR’A GİRİŞLERİ, ANADOLU’YA GİRİŞLERİNDEN ESKİDİR”

Mısır, Memlukler özelinde Türk tarihi açısından da önemli bir coğrafya. Mısır’ın Türkler için tarihi önemini anlatabilir misiniz?

Mısır, Türkler için çok eski ve kadim bir vatandır. Bizim Türk devleti ismiyle devlet kurduğumuz birkaç coğrafyadan birisidir. Memlüklerin kurduğu ed-Devlet et-Türkiyye dediğimiz Memlük Devleti orada kurulmuştur ki bundan öncesi de vardır. Dolayısıyla, Doğu Akdeniz Türkler için her zaman önemli bir coğrafya olmuştur. Doğu Akdeniz’in Suriye, Mısır ve Türkiye sahillerinde huzur yoksa orada bir huzur yok demektir. Bölge jeopolitiğinin biz öğrettiği ve tarihten bugüne Doğu Akdeniz’in gerçeği budur.

Mısır, Türklerin İslamiyet’e girdikten sonra kurdukları medeniyetin oluştuğu süreçte, Abbasi-Bağdat Halifeliğine gelen Türkler, Mısır’da valilik yaparak, merkezi idarenin zayıfladığı dönemde Tolunoğulları ve İhşidileri kurmuşlardır. Türklerin Mısır’a girişleri Anadolu’ya girişlerinden eskidir. Ancak, bu büyük kitleler halinde olmadığı için, siyasi bir yönetim tarzında olduğu için bu şekilde devam etmiştir. Çünkü, oradaki toplum, Müslüman ve Arap bir kitledir. Yine Eyyubiler ve Fatimiler zamanında da Türklerin oradaki varlıklarını biliyoruz, ki 868 yılından bahsediyoruz. Memlükler dönemi, baştan başa Moğolların, Haçlıların durdurulduğu bir dönemdir. Memluk dönemi çok önemlidir. Memlüklerin Doğu Akdeniz’deki hakimiyetleri, Osmanlı Devleti tarafından yıkılması ve Mısır’ın Osmanlı’ya geçmesinden sonra da, bölgede neredeyse bin sene Türk varlığını görmekteyiz. Bu anlamda, Mısır-Suriye sahası, Türkler açısından hem Irak’tan başlamak üzere Türkmen- Oğuz nüfusunun yerleştiği hem de devletler kurduğu bir coğrafyadır. Burası bizim medeniyet tecrübemiz olan bir coğrafyadır. Yani farklılıkları bütünlük içinde var eden Türk devlet aklı devleti ve şehir kültürü ile burada yüksek bir geleceğin peşinde olmalıdır. Türkistan için de aynı şeyi söz konusu etmemiz gerekir, diye düşünüyorum.

İlişkilerin gelişmesi demek, iki tarafında çıkarınadır. Bu milli bir meseledir ve milli meselelerde ciddi olmak gerekir. Bizim istediğimiz ülkemizin medeniyet olarak yükselmesidir. Bunun diğer komşularımızla ilişkilerde de aynı şekilde olması gerekir. Herhalde bu yeni süreçte, Türkiye, pek çok fırsatı kendisi ve bölgesi lehine kullanacaktır.

TÜRKİYE VE MISIR İLİŞKİLERİ

Mısır ile tarihi ilişkileri ve bölgesel dinamikler açısından, Türkiye bölgede siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda var olmalıdır? Olmalıysa bunun yolu nedir?

Mısır, bizim için siyasi, sosyal ve kültürel açılardan var olmamız gereken bir alandır. Bunun başlayacağı temelde, halkların birbiriyle görüşmesi meselesidir bu da turizm ile sağlanabilir.  Mısır, bir turizm ülkesidir. Mısırlılar için de Türkiye cazip bir turizm ülkesidir.  

Diğer bir ayak akademik ilişkilerdir.. Biz bunu geçmişte tecrübe etmiştik, Yunus Emre Enstitüsü ve TİKA’nın bölgede faaliyetleri olmuştur. Bunlar üzerinden yeni süreçte, birçok faaliyetler hayata geçirilebilir. Bu anlamda, kültür-sanat konusu göz önüne alarak, Mısır için kamu diplomasisi meydana getirmek elzemdir. Tabii, ondan sonraki süreçte, şu anda zaten düzelme yoluna giren diplomatik konulardır. Burada dikkat çekilmesi gereken konu şu ki, Türkiye-Mısır ilişkilerini rasyonel olmayan argümanlarla bir politika malzemesi olarak değerlendirmenin bir faydası yoktur. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, hem enerji alanları hem de Kıbrıs meselesi gibi çok önemli siyasi ve ekonomik çıkarları söz konusudur.

Görünen odur ki, Mısır yönetimi, Türkiye ile masaya oturduğuna göre, benzer çıkarlar söz konusudur. Yoksa masaya oturmazlardı. Türkiye ile çatışmak onlar için faydalı olsaydı o müzakere yoluna girmezlerdi. Çünkü müzakere masasının açılmış olması demek, karşılıklı bir ilişkinin olması demektir. Konunun daha önce ifade ettiğim gibi siyasi, turizm, ticaret, sivil toplum ve akademik boyutları ele alınmalıdır ve konunun paydaşları (siyasetçiler, akademisyenler, entelektüeller, vs.) sorumluluk üstlenmelidir.  

İlişkilerin gelişmesi demek, iki tarafında çıkarına olacaktır. Bu milli bir meseledir ve milli meselelerde ciddi olmak gerekir. Bizim istediğimiz ülkemizin medeniyet olarak yükselmesidir. Bunun diğer komşularımızla ilişkilerde de aynı şekilde olması gerekir. Herhalde bu yeni süreçte, Türkiye, pek çok fırsatı kendisi ve bölgesi lehine kullanacaktır. Bölgedeki her türlü medeniyet ışığı sadece burası için değil insanlık için de hayra sebep olacaktır. Ben sizlere bu mülakat için çok teşekkür ediyor, faydalı olmasını diliyorum.