Vatan, devlet ve siyaset

Vatan nedir?

“Bir milletin bağımsız ve egemen olarak üzerinde yaşadığı, sınırları belirlenmiş yeryüzü parçası ve onun hava sahası ile karasularına” denir. Başka bir tarifle “bir kimsenin doğduğu ve yaşadığı siyasal ve duygusal yönden bağlı olduğu toprak parçasını, ruhun özlemini duyduğu asıl ve gerçek anlamı ifade eden sosyoloji ve siyaset terimi” ve veya “toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet” şeklinde ifade edilmektedir.

Devlet nedir?

Bu kavramla ilgili çok tarif var. Batıda özellikle Platon, Aristotales ve Machiavelli’nin devlet anlayışlarına vurgu yapılmakla birlikte, bizim cenahında devlet kavramları ile ilgili tezleri var. Özellikle Farabi, erdemli hayatın ancak ideal bir toplumda gerçekleşeceği fikri üzerine yoğunlaşır. Öncelikle insan topluluklarının bir arada yaşama ve adına ‘devlet’ dedikleri en üst düzeyde örgütlenme amacına nasıl ulaşmış olabilecekleri sorununu inceler.

Yazıyı boğmamak adına bu tariflerle yetinip, bizim irfan ve insanımızın vatan ve devlet ayırımını pratikte nasıl çözdüğüne bakalım.

Türk milleti, özellikle savaş ve benzeri hadiselerde verdiği kayıplara “vatan sağ olsun” diye tepki verir. Burada devlet tanımına bir vurgu yoktur.

Ulaşamadığı, aciz olduğu, yardım aldığı ve yalnızlık duygusuna galebe çaldığı durumlarda ifade ettiği cümle ise, “Allah devlete zeval vermesin” şeklindedir. Alın size feraset sosyolojisi. Bu anlayışın dünya üzerinde başka bir tarifi, bir benzeri varsa palanlı eşek olayım.

Devlet dediğimiz her ne ise, vatan denilen toprak parçasının üzerinde vücut bulur. Bunun için ulus ve uluslar arası terminoloji arama gayretleri anlamsızdır.

“Türkiye cumhuriyeti devleti, Osmanlının devamıdır. Osmanlı, İlhanlı devletinin uç beyliğinden doğar. İlhanlı devleti, Anadolu Selçuklularının devamı. Anadoluda ki Selçuklu devleti ile batı Türkistan ve İran Harzemşahlar devleti, Büyük Selçuklu devletinin devamıdır. Büyük Selçuklu devleti Kararahanlıların, Karahanlılar, Uygurların, Uygurlar Göktürklerin, Göktürkler Aparların Siyenpilerin ,Siyenpiler ise, Hunların devamıdır.Bu devamlar kesintisiz bir tarihin yekünü ve kadrosudur” Alın size “DEVLET’İ EBED MÜDDET”

Söz açılmışken, Türklerin devlet kurma özelliğine iki cümle ile değinelim. Sabah don gömlek bırakılan, ikindi zamanı devlet kuran bir geleneğin evladı, mensubu olmanın gururunu da taşıdığımı ifade edeydim.Çok zor bulunur bir özelliktir,çok! Her millete nasip olmaz.

Geldik konunun omurga kısmına.

Gerçekte bizim taraf niye çok devlete, varlığına, birlik ve bekasına vurgu yapar? Neden hangi sebeple? Niye bu kadar kutsuyoruz bu kurumu? Hakikaten devleti mi kutsuyoruz yoksa, yoksa onu temsilen siyasi iradeyi mi? işte düğüm burası. Bu İskender’in Gordion düğümünü çözmesi kadar zor veya misinaya çok kuvvetli bir düğüm at,  tırnaklarınla düş üzerine, çöz çözebilirsen.

Anadolu’yu coğrafi bölgelere ayırma gibi bir niyetim yok. Zamanında ne maksatla yedi ayrı bölge olarak tanzim edilmiş, niye sınır çizilmiş, hakikaten bilmiyorum. Doğulu olmam hasebiyle, azıcık bu pencereden bakalım. Özellikle gençlik yıllarımda, devlet denilen yapının olmadığı zamanlarda, o boşluğu kim ve kimlerin nasıl doldurduğuna, birden fazla şahit oldum.
Neticeten bölücülük kavramının muhatabı bütün Türkiye olmakla birlikte! Doğu ve güneydoğudur. Burayla ilintilidir. Bu kavram bir zamanlar yazdığı “stratejik derinlikle” ünlenen, daha sonra başbakanlık yapan zatın “Sivas’ın ötesi” tanımlamasıyla özdeştir ve bizi bağlamaz. Anadolu bir bütündür. Aksini iddia eden uygulamaların “hendek ve barikat” cebelleşmelerinde 532 şehit,228 sivil vatandaş kaybettiğimizi hatırlıyor olmalarını umarım. Adı geçen operasyonlarda PKK’nın kaybı 4 bin 571,yakalanan terörist sayısı 2307 dir.(Resmi rakamlar) Şu ana kadar özellikle PKK terörüne verdiğimiz kayıpların sayısını inanın söylemek, yazmak istemiyorum, elim varmıyor.

“YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE”

Başefendinin, Allah rahmet eylesin, “oğlum, devlet her zaman on sekiz yaşında delikanlıdır” dediği günden bu tarafa, neredeyse 45 yıl geçti. Özellikle bizim cenahın siyaset anlayışında ne tarz değişimler oldu? Nerelerden, nereye geldik konusu, hakikaten akademik tezlere konu olacak kadar dramatiktir, incelenmeye değerdir.

Peki, siyaset nedir?

Burada da, siyaset nedir?

Siyaset bilimi nedir?

Siyaset bilimine göre devlet nedir?

Siyasetçi nedir?

Siyaset sosyolojisi ve felsefesi nedir?

 Soru başlıkları karşımıza çıkıyor. Geçelim ve iki cümle ile tarife bakalım. 

“Devlet işlerini düzenleme, yürütme sanatıyla ilgili özel görüş ve anlayış”

Yani devletin işlerini bildiğimiz siyasi organlar yürütüyor. Adına siyasi parti dediğimiz, politik kurumlar.

Ah siyaset ah!...

He vallahi kardeşim, bizim oraların bir sözü vardır “Açtırdın kutuyu, söylettin kötüyü” diye imanınız ve gümanınız olsun ki, kötü söyleme huyumuz yoktur ve fakat bazı meseleleri de gündeme taşımadan olmuyor.

Son yirmi yılda iktidar cenahının günah galerisini çıkarma gayretimiz olsa, ben şahsen onlarca sayfa yazarım. Bir kere her şeyi biliyoruz, her şeyi! Bizim farkımız ne olmalı diye bir soru gelse, şunu derim; hiç söylenmeyenleri söylemeli, düşünülmeyen ne varsa onlar düşünülmeli ve yazmalı. Yoksa, yok merkez bankasıydı, inek ve yeni peydahlanan kripto para tosuncuğuydu, yok pudra şekeriydi yok haksız kadro istihdamlarıydı, yok bir kereden fazla maaş bordrosuydu, yok ehliyet ve liyakatsiz kadro istihdamlarıydı, yok pelikan dosyasıydı, yok devletin polisini TV programlarının kapısında, Müge Anlı ve Esra Erol‘dan suçlu dilenip mahkemeye çıkarma gayretiydi, yok artan suç dosyalarıydı, yok kadın cinayetleriydi, yok cumhuriyet değerlerinin budanmasıydı, yok çocuk istismarlarıydı, yok her gün garip, gurebanın bankadaki üç beş kuruşuna dadanan nitelikli dolandırıcı şebekeleriydi, yok beş bin yıllık devlet geleneğine rağmen, kendi müktesebatını bırakıp, İstanbul sözleşmesinden medet ummaktı, yok gri pasaport rezaletiydi, yok patates ve soğan çuvallarıydı, yok pandemiye rağmen parti kongreleri idi, yok gencecik çocukların babaları yaşındaki eski ağabeylerine dayak atma hevesiydi. Hangisini sayayım? Ya hu bu konular muhalif köşe yazarlarını ekmek kapısı. Terside iktidar cenahının paralı silahları. Başka ne? Özellikle sosyal medya bu konuda mahir her gün okuduğumuz yazılan çizilen konular.

Muhalefet mi?

Efendim, ana kısmı Küresel sempatizanlığı bırakmamışa benziyor. İçlerinde bizden biri var Başkentte yıldız misali parlıyor. Başka da yok, oda bizim farkımız!

Hanımefendi mi? Oda, Amerikan elçisini kapıda karşılayıp, görüşme sonrası uğurlamakla meşgul…

Hülasa; prototiplerin haricinde, talanın, yalanın soygunun, tatminsizliğin sonuçları siyaset ve entrikalarla milletin, yetimin, muhtaç ve biçarenin hak ve hukukuna el uzatanlara toplumsal refleksin zayıfladığı, kanıksandığı ve siyasal aidiyete göre tasnif edildiği bir ahlak erozyonu oluştu. 
Topluma, kaybettiği yüksek ahlaki değerleri, süzgeci ve itiraz reflekslerini yeniden kazandıracak bir diriliş iksiri, nereden neşet eder bilemem ama çare vicdani ve insani ahlak normlarına dönüşte.
Yolu yöntemi uzun soluklu bir keşif, değerler eğitimi, adalet ve hakkaniyet üzerine oluşturulacak bir toplumsal yapı oluşturmak ve yüzyılların süzgecinden geçen bir Anadolu irfanına ihtiyaç var.
Bunların haricinde, özellikle dış tehdit ve güvenlik meselelerinde zaten devletimizin yanındayız.

Nerede olacaktık ki?

Son yarım asırdır bizi bu hususlarla ilgili kanaviçe gibi tezyin edenlerden Allah razı olsun…
“Doğrular, doğru bile olsa, her zaman söylenmemeli” kuralına ve geleneğine saygı duyduğumu belirtmekle beraber Doğru bildiğini eğri yazan, her kimse,ister  Orhan Pamuk olsun ister başkaları… Özellikle eli kalem tutanlar…
Vatan, devlet ve siyaseti özetlemeye çalıştım. Kusur ve kabahat varsa benimdir gözüm…

Hayde sağlıcakla…