''Ben Türk milletini
Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye,
Rüşvet,hile ile çiğnenen,çiğnetilen hukuk düzenlerine,
Ahlaktan mahrum bir hürriyete,
Tefeciliğe yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum.
Türklük gurur ve şuuruna,İslam ahlak ve faziletine,yoksullukla savaşa,adalette yarışa,birliğe,kardeşliğe,kısaca hak yolu,hakikat yolu, ALLAH yoluna çağırıyorum.

Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum....
Türk aydını, Türk gençliği,buluşma yerimiz Büyük Türkiyedir.Buluşma noktamız imanlı Türk ferdinin kafası,kalbi ve cevher-i aslisidir.
Saflarımız,Türk milletinin ve devletinin ebedi hayatını düşünen milliyetçilerin,vatanseverlerin meydana getirdiği saftır.
Sizlere kolay bir başarı vaad etmiyorum.Kısa zamanda bir iktidar umanlar bizimle yola çıkmasınlar. Yolumuz uzun ve çetindir.Bu yolda karşınıza menfaat teklifleri,tehditler ve daha bir yığın engel çıkacaktır.Bu çetin yola dayanabilecekler bizimle gelsinler.Cesur olan,kuvvetli olanlar,gerçekten inananlar kafilemize katılsınlar.'' ( A.Türkeş)
   Bu çağrının Türk milletinin vicdanında bulduğu karşılığın cisimleşmiş halidir ÜLKÜCÜ HAREKET. Bunun dışındaki dost,düşman kesimlerin hareketi yorumlayışları ya yanlış veya eksik, nakıs anlayışlardan kaynaklanan hatalar manzumesini barındırır ya da hareketi ruhundan koparma arzusunu...
   Geldiğimiz noktada günün meselelerine kafa yorar,meselelere çözüm ararken,bizi var eden bu ruhun, akli imkan ve seçimlerimize yön,istikamet tayin etmesine özellikle itina göstermemiz gerektiğini düşünüyorum.
     Bu hareket Ankara'nın sivil- Asker bürokrasi mahfillerinde yahut işadamı,sanayici,avukat bürolarında,lüks otel lobilerinde değil, öğrenci yurtlarında,üniversite koridorlarında,fakir öğrenci evlerinde gençlikle, küçük memur,işçi ,esnaf halkın bağrında mayalanmış, gücünü onlardan almış,derdini onlarla paylaşarak etki yaratmış,siyasi bir güce dönüşmüştür.
    Yarın ki başarısının anahtarı da yetiştirdiği aydının ,bürokratın, kadrolarının Türk milletinin değerleri,halkın dertleriyle hemhal olması,halkın yanında durması,gücünü halktan alıp milletin menfaatlerine kalkan düşmanın kurşunlarına siper olmasıyla mümkün olacaktır.
   Bunun anlamı başarımızın; Alınteri, göznuru,fedakarlık,tevazu ve samimiyetle,milletin her kesiminde etkili organizasyonlar oluşturmak,milletle beraber,milletin gücüne dayanarak siyaset yürütmekten geçtiğini bilmektir. Bizim gücümüz; Türk milletinin beynine,kalbine gönlüne nüfus edebildiğimiz, yerleşebildiğimiz, onun gücünü organize edebildiğimiz kadardır.Başka hiçbir şeye de ihtiyacımız yoktur.

     Yukarıdaki paragraflarda basit bir biçimde ortaya koyduğumuz hareketin hedef ve temel organizasyon mantığını oluşturan prensiplere biz hareketin metodu,ülkücü stratejik akıl veya kısaca ülkücü akıl diyebiliriz. Birileri de çıkar bizi akılsızlıkla suçlayabilir.Dünya da,Türkiye de siyasetin reel gerçekliğinin bu olmadığını söyleyebilir.
   Burada stratejik aklın; Fikrin, dünya görüşünün,inancın muhtevasından ve milletin tarihi tecrübesinden ve taşıdığı misyondan ,içinde bulunan şartların dikte ettiği özelliklerden oluştuğunu, harekete karekterini kazandıran,teşkilat ve siyaset tarzını,davranışını belirleyen anlayışlar bütünü olduğunu,yazıya girerken Türkeş'den aldığımız cümlelerin hamasi bir edebiyat olarak değil bu bağlamda ele alınması gerektiğinin altını çizelim.
     Bu aklı etkileme,dağıtma çabaları her daim olmuştur,olacaktır da.Hemen 80 darbesi sonrası ortaya atılan hareketin içinde önemli bazı isimlerce dile getirilen bir örnek üzerinden konuya açıklık getirelim.Kendilerine darbe sonrası kurulan ANAP içinde yer bahşedilen bazıları ''ABD'ye rağmen siyaset yapılamaz,Türkeş dışarı çıkınca yeniden harekete geçer yine yarımızı mezara,yarımızı cezaevine koyar,kitle partilerine dağılalım''la özetlenebilecek bir aklın yaygınlaştırmaya çalıştılar.Bu aklın o günkü şartlarda zülmun ,belanın altında hayata tutunacak mecali bile kalmamış insanlara cazip gelecek tarafları elbette vardı, nefes almak zorundaki
insanlar için haklı taraflarıda.
   Ancak biliyoruzki esasen hedefi Ülkücülerin birliğini , bütünlüğünü bozmak için bazı güç merkezlerinin oluşturduğu bir akıl ve plandı sadece.Bu aklın pratik sonuçlarının teşkilat bütünlüğünü bozmasının ötesinde,ülkücülerin siyasete,güce,insana bakışını değiştirecek,hayatı kavrama, anlamlandırmalarını etkileyecek özellikleri vardı.Akıldı ama ülkücü bir akıl olmadığı da kesindi.
     Bu zehrin girdiği kapıdan sonraları neler girmediki ! Bu örnek üzerinden meseleyi ortaya koymamızın sebebi, bugün ülkücülerin içinde bulunduğu dağınıklığın sebebinin de stratejik akıldaki dağılmanın yarattığı boşluğun değişik düşünce ve fikir,maddi,manevi menfaaat düşünceleri,siyasi ikbal,şöhret,mevki,makam gibi birçok yan faktörlerce desteklenen dost(!) düşman güç odaklarının sistematik çalışmalarıyla hareket üzerinde yürütülen operasyonlar olduğunu söylemek.
    Anlatmak istediğimiz stratejik akıldaki parçalanmaların, diğer tüm parçalanma ve farklılaşmaların kaynağını oluşturduğudur.
   Ülkücülerin birliği,organize bir iktidar yürüyüşü üzerinde kafa yoran,dertli olanların,fiili birtakım toplantılar veya bir takım piyasada ismi geçen isimleri yan yana getirme hayellerinin ötesinde bu konuya odaklanarak çözüm oluşturma gayretine girmelerinin yerinde olacağı düşüncesindeyim.
    Ülkücü hareketin başlangıcından itibaren devletle,devlet ve toplum içindeki birtakım güç odakları ile ilişkileri bu köşe yazısının hacmini aşar.Ancak bu ilişkilerin bilhassa Türkeş sonrası ''Ülkücü akıl'' üzerindeki etkisi ve sonuçları üzerinde durmadan hareketin bu günkü durumunu ve yarına yönelişini tam olarak kavramak mümkün değildir.
     Bu odakların batı güdümünde olanlarının harekete başından itibaren düşmanlık içinde olduğu bilinen birşey.Türkiye üzerinde menfaati olan ve Türkiye'yi istedikleri biçimde yönlendirme gücü olan bu çevreler bizi kendilerine engel olarak gördü. Devletin bir takım kurumları dahil sistemin bütün güçlerini bu hareketi yıpratma,yok etme,etkisiz kılma,yönlendirme adına her daim üstümüze saldı.
   Devlet içinde güçlü organizasyonu olan bu yapıların sokağa saldığı şımarık çocukları,terörle içiçe yapıları, şirin çocuklar olarak pazarlayıp karşımıza dikti.Bizi devletin içinden destek alan,devleti ele geçirecek Faşist çeteler olarak takdim ederken,devlet ve toplumdaki gerek zihniyet,gerekse kilit organizasyonlardaki hakimiyetini kullanma utanmazlığını hiç elden bırakmadılar.
    Bu hareket hiçbir zaman devletten güç devşiren bir hareket olmadığı gibi,batı vesayetindeki devlet kurumlarının şu veya bu şekilde hedefi olmaktan da hiç kurtulamadı.Devlet içindeki milli güçlerin bile batıyı küstürmemek adına,batının tepkisini çekmemek adına ''vurun abalıya'' mantığıyla dost ateşine(!) maruz kaldığımız çok oldu.Bu ülke için başarabildiğimiz her doğru işin bedelini ödedik,cezasını çektik.
    Devlet içindeki dost-düşman güçlerin bu hareketi kullanma,yönlendirme,onun üzerinden güç devşirme denemeleri her zaman oldu. 28 Şubat akabinde, Türkeş'in ölümüyle birlikte bir takım dost(!) güçlerin adeta hareketin asli sahibi rolüne soyunarak hareketin DNA'sına zarar verebilecek faaliyetlere soyunmaları, hareketin karargahının nedenini bilemediğimiz sebeplerle buna ciddi bir direnç göstermemesinin yönetme,yönlendirmelerin hareketin uyguladığı
siyasetlerden,teşkilat yapısındaki bozulmalara dek bir dizi ciddi olumsuzluklara sebep olduğu açıktır.
    Devlet aklıyla uyum olarak ifade ettiğimiz bu politikaların ''Ülkücü akıl''la uyuşmadığı her noktada hareket ciddi kan kaybetmiştir.Bu politikalara itiraz edecekler tasfiye edile edile hareketin neredeyse tüm kanaat önderleri ya tasfiye edilmiş ya da bir biçimde etkisizleştirilmiştir. Şahsi politik ikbal veya makam beklentisi peşinde herşeye 'HE' diyecek profiller ancak yapıda tutunabilmiştir. İstişare dahil bütün teşkilat gelenekleri hiçe sayılmış,kadro ve teşkilat yapısı altüst edilmiştir. Uygulanan politikalarla tabanda güvensizlik yaygınlaşmış,hareketin toplum içindeki imajı , inandırıcılığı büyük yara almıştır.
     Hiçbir dış etken ,gücü ne olursa olsun,karargahtaki çatlak veya aksaklık, bozukluk kadar harekete zarar veremezdi.Karargahın 'Ülkücü akıl' la yaşadığı farklılaşma,ayrışma bu hareketin hala en büyük zaafı olmaya devam etmektedir.
     Maalesef ülkücü kadroların gerek genel politikalara, gerek teşkilat içi politikalara karşı,ortak ülkücü bir tavır takındığını söylemek de imkansızdır. Bu da harekette genel bir dejenerasyon yaşandığını düşündürmektedir.
   Bu politikalara tepki olarak doğan muhalif düşüncelerin yine devlet içinde de yer bulan farklı bir aklın yönlendirdiği, ülkücü akılla uzak yakın ilişkisi bulunmayan zeminlere kayması,hareketin kendi dinamiklerine sarılması gereken dönemde yaşadığı akıl tutulmasının ve ülkücü olmak yerine ''gibi yapmanın'' siyasi zeminde para etmesinin cazibesine kapılınıldığı intibağını güçlendirmektedir.
     Ne yazık ki bugün hem ülkücülerin siyasi yapısı içinde ,hemde dışında kalmış,başka yapıların aklıyla özdeşleşmiş,ülkücü akla yabancılaşmış,bu çevrelerin desteği ile güçlenip semirmiş,ülkücülere akıl satma heveslilerine bolca raslanmakta.Kimileri kitle partilerinde iktidar ve onun nimetleriyle tanışmayı başarı addederken,kimileri mevcut yapı içinde maddi,manevi tatmin peşinde.

   Herkes kendi durumuna,nefsi temayüllerine uygun metodun geçerli tek yol olduğu iddiasında. Hareketin kurucu lideri, yol ve yöntemleri sanki hiç yokmuş,olmamış edası ile,geçmişteki mücadeleden pay çıkarıp,bugün hiçbir mücadeleye girmeden kolay başarı sevdasıyla birilerinin gözüne girme derdinde.Bu yaklaşımların yayılıp yaygınlaşmasında kendilerine kullanacak kişi,yapı arayan dost(!) akılların gayret ve teşvikleri, kendilerine uyum sağlamayan ülkücüler üzerindeki ambargolarının payının küçümsenmeyecek düzeyde olduğunun da altını çizelim.

     Devlet aklı dediğimiz şeyin, günün şartlarından doğan millileşme temayüllerinin,bugün Ülkücülere alan oluşturduğu, Devlet Bahçeli için hareketi kendi dinamiklerine kavuşturacak hamleleri yapması için bulunmaz bir fırsat yarattığı ortadadır.Hareketin kısa yoldan derlenip toparlanması, bütünlüğünü sağlaması, MHP'nin özünü kaybetmeden iktidara yürüyen,gücünü kendi dinamikleri ve kadrosu ile halktan, gençlikten,fikri,fiili dinamizminden alan bir yapıya
kavuşturma imkanı Bahçeli'nin elindedir.Mevcut yapının böyle bir hedefe göre organize olmadığı açıktır..
     Bahçeli'nin bu yönde alacağı bir kararın arkasından,istisnasız ülkücüler üzerinde şu veya bu ölçüde etkisi olan bütün kanaat önderleriyle,konumları,şu anki siyasi duruşları dahi göz önüne alınmadan yoğun bir istişari faaliyetle ''Ülkücülerin ortak aklının ürünü'' bir teşkilat ve hareket stratejisi oluşturması,uygulanamaz afaki bir düşünce değildir.Samimi niyet ortaya konulup,gereği yapıldığında kısa zamanda güvenin oluşacağı,prensiplerin hakim olacağı,şeffaf bir zeminde kısa zamanda derlenip,toparlanmanın ve canlılığın oluşacağı düşüncesindeyim.Buna uyum sağlamayanlar da harekete zarar veremeyeceği bir konuma itilmiş olur.
    Bahsettiğimiz, günün siyasi ihtiyaçlarını karşılayacak bir girişimden çok öte,ülkücüleri ortak bir hedef etrafında,ortak prensipler çevresinde,hizmette yarıştıracak bir zeminin oluşturulmasıdır. Bugün Cumhur ittifakının açıkladığı hedefleri yüklenip,ileri taşıyabilecek bir yapılanmanın gerçekleştirilebilmesi ülke için deşarttır.MHP herşeyiyle bu bayrağı taşımaya layık bir yapıya dönüşmelidir. Bahçeli'nin Ülkücü hareketin tarihinde nasıl anılacağını bu dönüşüm için atacağı veya atmayacağı adımlar belirleyecektir kanaatindeyim.
     Böyle bir kararın, hareket üzerinde, onun kadroları üzerinde farklı hesap yapan bir takım çevrelerin devlet içinde bürokratik yapılardaki birtakım güçlerin, Erdoğan sonrasının hesabını yapan kimi akılların hesaplarına pek uymayacağının farkındayız elbette.Hareketin kendi içinde yakalayacağı uyum, kendi stratejik aklını oluşturması,bütünlüğünü sağlaması,bazı çevrelerle uyumsuzluk sağlayacaksa,bu onların problemi olmalı,bizim değil. Bu ülkenin menfaati ile MHP'nin menfaati birbirine zıt,birinden biri tercih edilecek konu olmadı hiç,olamazda. Bilakis, MHP'nin kendi dinamikleri ile güç toplaması her zaman bu ülke,bu devlet için hayati bir konudur.
    Bu ikisi arasında farklılık olduğunu düşünenler, devlet içinde kendi hizipçi, dar görüşlerinin, sığlıklarının çemberini kıramayan,hizip menfaatlerini ''devlet menfaati'' diye pazarlayıp, MHP üzerinden güç devşirme hesapları yapanlardır.İyi niyetli olduklarını farzetsek bile son 25 yıldır yaptıkları hatalar,zorunluluk sandıkları yanlış tercihlerle bu ülkeye yaşattıkları ortada.Ülkücü hareketin,MHP'nin etkisini yitirmesinin, devlet ve toplum hayatında kimlerin ekmeğine yağ
sürdüğü,boşluğun kimler tarafından nasıl doldurulduğunu yaşayarak gördük.
     Ülkücü hareketin kendi dinamikleri ile varlığının ülke için kıymeti, onun üzerinden güç devşirilerek yapılabileceklerle mukayese edilemez olduğunun anlaşılması gerek.Ülke için birşeyler yapma iddiasında olan akil birileri varsa bu bütünleşmeye katkı versin.Bu hareket birilerinin aklının ürettiği satratejik bir planın, taktik manevralarına kurban edilemeyecek soylu,asil bir ruhun mahsulüdür. Kullanılmaya kalkındığında,kullananın elinde kısa devre yapmış oyuncak bir robottan başka birşey kalmaz,siyasetimizin çoğu aktörleri gibi,siyasette ''almak'' dışında bir derdi olmayan siyaset esnaflarından ibaret bir güruha dönüşür,hükmü kalmaz.
    Son sözümüz bütün ülkücülere,sözlerimizin gerçek muhatabı,yazıya girerken alıntı yaptığımız şimdilerde küllenmiş ruhun taşıyıcılarına; Bu hareket önce kendi kelime ve kavramlarını giyinecek,sonra akıl ve güçle tahkim olacak,mücadele içinde serpilip,yaratıcılığına kavuşacak azim ve iradesi ile hedefe varacak başka bir yol ve metod yok bizim için.Aksi halde Türk Milleti,bu ruh ülkücüsünü yaratır,bulupta kaybedenlere inat!..
    Sitemim destansı bir mücadeleden,ateş çemberlerinden geçerek var olmuş bir hareketin bu günlerde hiç de kendisine yakışmayan hallerinedir.Bulunduğu mevziden günlük siyasetin arsız diliyle birbirine,herkese laf yetiştirmekten ibaret ülkücü faaliyetlerine (!) bir ara verip kendilerine gelmelerinin zamanı geldi,geçiyor..
İvazsız,garazsız bir kardeşlik,
Saf temiz bir yürek,
Cesaret ve atılganlık,
Tevazu ve hizmet,
Ve her şartta gayret,
Ve illaki samimiyet,fedakarlık ,feragat ve iyiniyet bizi 'biz'yaptı.
   Şimdilerde biraz fazla akıllandık,cilalandık,para'landık,bizlerimiz 'ben' lendi. Bizi biz yapan huylarımız örselendi.Bu hareketin mensupları biz diyemez oldu,ortada bir 'biz'ik bırakmadık..Koskoca bir mirası har vurup harman savuran,yemeyi dahi beceremeyip,mındar eden mirasyedilere döndük.
    Bu hareket ulvi iddialarını sürdürecekse, gibi yapmakla olmaz,en üst makamlarından,neferine, seferdekinden,seferisine kadar toyekün ''Titreyip kendine dönmek'' zorunda.
    Aksi halde bu millet bıraktığımız ize sahip çıkar,herbirimizi de kendi cehennemimize postalar..


   BAKİ SELAMLAR