Vefat ettiği gün, bizim küçücük köy, küçücük ilçe kocaman olmuştu. "Ne çok cami varmış" dedim. Selaların da hüzün, yüreklerin de sessiz çığlıklar vardı müezzinlerin.

   12 yaşındaydım. Eve yakın olan camiye beni yollamıştı babam. Sabah ezanına 1 saat vardı daha. "Git hocayı uyandır, sela okusun. Uyumanın zamanı değil hoca. Dünya Türklüğünün lideri gitti, Başbuğ Alparslan Türkeş gitti de yavrum!" demişti ağlayarak. Ben çocuktum ve babam benim gibi ağlıyordu. Hocanın kapısını küçük avuçlarımla yumrukluyor, bir yandan da "Ama ben onun elini öpecektim" diye öfkeli göz yaşları döküyordum. Hoca kapıyı açtı, yüzüme tuhaf bir ürküntüyle baktı. "Ne oldu çocuk" dedi. "Ben onun elini öpecektim ama o gitti. Başbuğ Türkeş öldü!" diyebildim. Hoca "deme be çocuk" deyip ayakkabılarını giyerken ben anlamsızca koştum.

  Her yere haber salındı sabah namazında. Selalar ard arda okundu. Sabaha kadar ettiğim tek cümle "baba ben elini öpmeye gidecektim daha." oldu.

  Babam gözlerime bakıp özür dilemişti. Ne o özür ne de o gözyaşlarıyla karışan sarılma dindirmişti kırgınlığımı. Sorarsanız geçti mi diye, geçmedi. Geçmeyecek. "Türkeş Rasûl'e sen de Türkeş'e komşu olasın baba. Cennet köşklerin de benim ilk gün ki gibi yanan yüreğimin hesabını O sorsun sana!

  Tarlalarda kâh pamuk toplarken, kâh ayrık otu kazarken defalarca söz vermiştin bana. Çukurova'nın çatlatan sıcağında, ığıl ığıl terleyen alnını silerken "Götürürüm elbet yavrum. Hele biraz sabret. Bu harman iyi geçerse, seni Ankara'ya götürür elini öptürürüm. Anıtkabir'e de gideriz, Türkeş'e de. Harman geçsin hele, sabret." dediğin harmanların içime oturan kırgınlığı cennette bile yakanı bırakmasın baba!

  Babamın beni sana getirecek imkânları kıtmış lakin umudu ne bolmuş Başbuğ'um.

 "Başbuğ'lar ölmez" ya, elbet öptürürüm o mübarek eli diye kendisini de benimle avutmuş.

 Ben seni hiç görmedim lakin vallahi ve billahi görenlerden daha çok sevdim Başbuğ'um!

Beni sana getiremeyen harman mevsimleri umutlarımın katilidir. O günden sonra sevmedim, sevemedim Başbuğ'um.

   Yıllar geçti, büyüdüm. Bir akşam üzeriydi toprağını gördüm. Üzerinde biten otları koparıp cebime koyuyorum diye beni uyaran görevlilere inat, o otları defalarca öptüm.

  Kelimeler buğulanırken dudaklarımdan, biliyordum sen beni duydun ! Mübarek ellerin diye, mezarını öptüm.

 O çok sevdiğin şiiri mırıldandım başucunda. Hani "ocaklı çocuklara dağıtın" dediğin, seni iliklerime kadar anladığım şiiri..

"Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü

ve bunun sebebini senden bildikleri zaman

sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;

Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir

ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;

Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan

veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,

ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,

bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;

Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,

Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,

Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır

ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;

Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından

ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,

ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür

ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;

Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir

ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;

ve kaybedip yeniden başlayabilir

ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;

Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile

işine yaramaya zorlayabilirsen

ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden

başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;

Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,

ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;

Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;

Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;

Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,

altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;

Yeryüzü ve üstündekiler senindir

Ve dahası

sen bir İNSAN olursun oğlum..."

  Sen "Sağol evladım" dedin bana, ben neden seni sevdiğimi anlattım sana. Bazı sevgiler artık ideolojilerin üzerine çıkıyormuş, büyüdükçe öğrendim.

Ben, inandığı değerler uğruna ömrünü harcayan adamların aşığı olduğumu anlattım sana. Sen, sana gelmeden önce gittiğim Anıtkabir'in kokusunda okşadın ruhumun saçlarını. "Başbuğ'lar ölmez evladım" diye fısıldadın her bir hücreme tek tek...

Anladım ki, asıl olan yanarak yaşamakmış.

Güneş gibi

Ateş gibi

Türkeş gibi..

Ve ben bir kez daha anladım ki;

  Seni gören vefasız gözler değil, sana erdiği halde davana eremeyen kafalar değil, "haydi kurt yap bakalım kızım" diye büyüten ama beni sana getirmeyen babam değil, en çok ben seviyorum Başbuğ'um!