Batı medeniyetinin 2. dünya savaşı sonrası kurduğu düzen, her ne kadar ABD ve

 Avrupa'nın belli başlı ülkelerine hegomonik bir ayrıcalık sağlasa da, dünyanın kalanına hiyerarşi ve sömürüyü dayatsa da, kendi içinde sanayi toplumunun

 oluşturduğu güçler arasında, iktidar paylaşımında bir denge barındırıyordu.

 Bu denge giderek sermaye ve bilhassa finansal sermayenin tekelleşmesine semirip güçlenmesine, ulusal devletler, sınıflar, bürokrasi, reel ekonomi üzerinde hakim bir konuma yükselmesine evrildi. Sermayenin giderek belli başlı ellerde toplanmasının getirdiği güç

 ulus devletleri giderek sermayeye hizmet eder kararlar almaya yöneltti ve denge bozuldu.

 Palazlanan ulus üstü bir güce ulaşan finansal sermaye, bütün kurum ve müesseselerde

 hakim olmaya, onları yönlendirmeye ve nihayet teknolojiye çizdiği yön ve hedeflerle ,ulus devletleri de etkisizleştirip, uluslararası tek bir iktidar oluşturacak, yeni bir dünya

 düzeni tasavvuruna soyundu.

 Bu realite 2. dünya savaşı sonrası kurulan adaletsiz sistemin sürdürülemez özelliklerine

 yeni bir olgu ekledi. Merkez hegomonik devletler de kendi içinde ve birbirleriyle bir mücadele

 içinde buldular kendilerini. Tabii olarak bu durum tüm ülkeleri içine alan yeni fay hatları oluşturdu.

 Biraz daha açalım ..

 Dünyanın son yirmi, yirmi beş yılında globalizm, küreselcilik kavramları içeriği pek net şekilde doldurulmadan, dünyanın ulaştığı bir aşama, mecburi bir istikametmiş gibi pazarlandı, pazarlanmaya da devam ediyor.

 Teknoloji de, bilhassa iletişim teknolojisindeki gelişmelerle bu kavram, iç içe, yanyana kullanıla kullanıla adeta teknik bir kavrammış algısı ile hayatımıza girdi.

 Sihirli bir kavram globalizm, küreselleşme; amorf, tarifi muğlak ama her kapıyı açan, her derde derman bir maymuncuk gibi pazarlanıyor. Oysa içeriği adına yapılıp edilenler, hayal edilenler netleştikçe,

bu kavramın düpedüz siyasi hedefler gözeten, bilinerek içeriği flu tutulan siyasi bir program olduğu görülüyor.

 Siyaset, ekonomi, kültür-sanat hangi konuda konuşulursa konuşulsun bir biçimde gündeme gelen, bir gereklilik, tabii bir durumdan bahseder gibi bahsedilen bu kavramın, siyasi ve ideolojik yönü hep geri planda tutularak ustaca üstü örtülüyor...

 Halbuki dünyamızın son yirmi yılında yaşadığımız kaos'un, belirsizliklerin siyasi, toplumsal yarılmaların önemli bir faktörü, etkin bir aktörü globalizm, küreselcilik... Tabii bir sahibi var, ilginçtir oda flu.

 Kimse çıkıp tefeciliği, global ekonomi düzeni, dünya ekonomik sistemi diye pazarlayanların, kalpazanlıği da legalleştirip, para basma tekelini de ulus devletlerden alıp, mutlak bir iktidara soyunan tefecilerin siyasi programı, sosyal, ekonomik programının adı, teknolojik bir faşizme yönelen elitlerin hayallerinin adıdır globalizm, küreselcilik diyerek olayı netleştirmiyor...

  Biraz daha açalım…

  Resmin daha net ortaya çıkması için son ABD seçimlerinde yaşananların arka planının iyi incelenmesi aydınlatıcı olur. Ortaya çıkan birbirine zıt iki ABD tablosu, yaşanan derin kutuplaşma bize ne anlatıyor?

Süper bir güç olarak ABD politikalarının; dünyadaki her ülke, her toplumu şu veya bu biçimde ciddi etki altına alacağı açıkken, bu ülkede birbirine taban tabana zıt iki gücün, neredeyse eşit oranda güç sahibi olmasını, farklı menfaat ve amaçlarla, farklı kesimlere yaslanarak var olmalarını anlamlandırmadan yapılacak siyasi, sosyal, ekonomik her türlü analiz havada kalacaktır. Bu ayrışmanın dalga dalga bütün dünyaya yansıması yeni değil ve şiddetlenerek artacaktır.

 Görünen odur ki yarının dünyasını milli devletler ve uluslararası finansal sermaye arasındaki bu güç savaşları şekillendirecek. Şu veya bu ideolojik, siyasi söylemin, tavrın, politikanın son tahlilide dayandığı güç, hizmet ettiği çevre ya uluslararası sermaye ya da milli devletler olma durumundadır artık.

 Bu, süregelen milletler mücadelesini ortadan kaldırmıyor, ona yeni bir boyut ekliyor. Ülke içi kutuplaşmaların ülkeler arası kutuplaşmalara dönüşeceği, ülkelerin içinde ve birbirleri ile yeni, ciddi fay hatlarının oluşacağı bir kaos dönemini işaret ediyor.

 Türkiye dahil dünyanın her ülkesinde yaşanan yarılmaları, globalizmin arkasındaki sermaye baronlarının, tarihte olmadık biçimde her şeye hakim olma ihtiraslarının, sürdürülemez bir hegomonyayı, milli devletler, din, aile, ulus yapılarını tahrip ederek, yıpratıp, güçsüzleştirerek, teknolojik bir faşizmi; tek tip bir insan, toplum, dünya tasavvurunu, zorlayarak gerçekleştirme programlarının öncü neticeleri olarak okumak gerekiyor.

 Bu tesbitlerimiz çok genel bir çerçeve çiziyor ama bu genel çerçeve doğru biçimde oturtulmadan, tarif edilmeden günümüzün siyasi, sosyal, ekonomik meselelerinin, olay ve olguların doğru anlamlandırılmasının mümkün olmadığını düşünüyorum.

 Kabaca, globalizm, küreselciler,2. dünya savaşı sonrası kurulan adaletsiz dünya düzeninin, ekonomik, siyasi yaklaşımının yarattığı kaosun, sürdürülemezliğinin farkında, iklim, çevre insan hakları, demokrasi, dijital bir dünya hayalleri pazarlarken, enkazdan palazlanmış elitler! için yeni bir cennet yaratma derdinde.

 İnsanı ancak ucuz işgücüne ihtiyaç duyduğu, tüketimine ihtiyaç duyduğu dönemde yücelten batı düşüncesi, sistemi, şimdilerde insanın yerine robotu ikame etme, tüketimi belli elit ve çevresiyle sınırlayacağı yeni bir düzen peşinde. Çevreyi, iklimi, doğayı katleden insan imajının, üretmeyecekse ne işe yarar? Sorusunun sorulacağı bir gelecek tasavvurunda cevabı, lüzumsuzluktur.

 Tüketim, büyüme çığlıklarıyla yüceltilen ekonomik hayatın, gerçekte kaynakları tükettiğini fark eden elitler gerçekte insanı tüketmesi gerektiğini kavramış görünüyor! 

 Kitlelere değişim, çevre, iklim, yeni bir demokrasi, yeni bir ekonomi, dijitalleşme hayalleri pompalanırken,

 pandemiler, savaşlar, bilim ve teknolojideki yeni gelişmelerle oluşacak yeni imkanlarla, insansız bir dünyanın

alt yapısı döşenmekte. 'Zombi'leşenlerin yok olacağı, çip'i takanın yırtacağı, ancak nasıl, niçin hangi şartlarda

var olabileceğine elitlerin karar vereceği bir dünya bu .

 Obama dönemindeki ilk dalgası iflas eden küreselleşme rüzgarının, çok daha radikal adımlarla Biden dönemi politikalarına yön vereceği görünen bir şey.

 Bu radikal adımların da oluşan tepkilerle tutmayacağı söylenebilir ancak ucu korkunç savaşlara kadar uzanacak kaosları besleyeceği de öngörülebilir.

 Washington-Berlin hattının yeniden tahkim edilmesi ve bu rüzgarın öncüsü konumunda yer alması, BM, NATO, IMF,

 Dünya Bankası, DSÖ gibi uluslararası kuruluşlara daha aktif ,etkin bir rol verilip ön plana çekilerek, ABD-AB

 hattının yeni siyasal, ekonomik dayatmalarının aracı olarak kullanılması, uluslarararası sisteme hiza, arıza çıkaran ülkelere gözdağı, ekonomik ve siyasi alanda oyuna yeni kriterler getirilerek bazılarını geriletme çabaları, bu dönemin ilk adımları olarak yakın zamanda dünya gündemini belirleyecektir.

 Tefeciliğe kalpazanlığı ekleyip sınırsız bir sermayeye sahip olmanın, kendi amaçlarına uygun alanlara yönlendirdikleri teknolojiyi kullanmanın tiranlığa yeteceğini sanmak beyhude olabilir. Ama bedelini bütün insanlığın ödediği çılgınlıklar tarihte görülmemişte değil. Dileğimiz ihtirasların çılgınlık boyutuna varmadan engellenerek, insanlığa büyük acılar yaşatacak bir dönemin açılmasının önüne geçilebilmesi.

 Milli devletlerin hangi zaaflarının, batı kültür ve medeniyetinin hangi yetersizliklerinin bu zemini oluşturduğu ve bu soruna da temel sorunlara da çare üretme şanslarının olup, olmadığını başka yazılara bırakalım.

 Bu sorunla mücadele edemeyen ve temel meselelere çok daha sağlıklı insanca bir bakış ve çözüm getiremeyen kurumların, devletlerin her halükarda tasfiye olacağını söylemekle yetinelim.

 BAKİ SELAMLAR...