10 Kasım 2020 tarihli üç taraflı Azerbaycan-Ermenistan-Rusya Açıklaması yeni jeopolitik ortam oluşturdu. Rusya hegemon güç olarak perdenin arkasından çıktı, art niyetini ortaya koymuş oldu. Rusya’nın Karabağ’ın dağlık bölümünü diğer bölümlerinden ve tümüyle Azerbaycan’dan tecridi; Karabağ Ermenileri arasında Rusya Federasyonu (RF) pasaportlarını dağıtacağı; Karabağ’daki Ermeniler için yüksek statü meselesinde ısrarı veya “Dağlık Karabağ Cumhuriyetinin” bağımsızlığını tanıyacağı gibi gerçek tehditler müzakere konusudur. En azından RF yönetiminin son 20 yılda komşu ülkelerdeki (Ukrayna, Moldova ve Gürcistan) icraatları, söz konusu tehditlerin ciddiye alınmasını talep ediyor. Azerbaycan’daki çeşitli parti ve teşkilatlar Rusya’nın “barış gücünü” artık “işgal kuvvetleri” olarak tanımlamış, gelişmelerden tedirgin olduklarını açıkladılar. Azerbaycan tabiriyle “ya velveleden, ya zelzeleden” [nasıl olursa olsun], işte Rusya duruma hâkimdir. 9 maddelik belge en azından 5 yıl süre ile Rusya’nın burada varlığını sağlayacak. Karabağ probleminin adalet ilkesine uygun çözümü bir yana, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve egemenliğinin tehlike altına düşmesi de söz konusudur. Böyle bir durumda kritik soruyla karşı karşıyayız: Azerbaycan’la karşılaştırılmayacak büyük askerî, siyasi, ekonomik güce sahip olan bu ülkeye (RF) münasebette Azerbaycan hangi yaklaşımı ortaya koymalıdır?
Önce, tarih tekerrürden ibarettir veya tarihî determinizm yanlışlığı ile değil, tarih en duyarlı tecrübe kaynağıdır mantığıyla hareket ederek, Karabağ probleminde Rusya’nın rolü tarihine kısaca göz atmakta fayda vardır.
Rusya’nın Karabağ Kozu
Rusya İmparatorluğu, yıllar önce başlayan işgal politikasının sonucu olarak Azerbaycan’ın Car-Balaken (Mart 1803) ve Gence Hanlığını (Ocak 1804) askerî gücünü kullanarak işgal etti. Kısa bir süre sonra Karabağ Hanlığına geldi. Kacar sarayı ile ilişkileri bozulan ve Kızılbaş birliklerinin olası saldırısıyla karşı karşıya kalan, Car-Balaken ve Gence’nin yenilgisinden gözü korkan, ancak Kartli-Kaheti çar ailesinin başına gelenlerden ders almayan Karabağlı İbrahim Han, yerel makamların görüşünün aksine, Rus süngüleriyle Karabağ’da kendi hâkimiyetini kısmen de olsa korumaya çalıştı. Bu amaçla, Mayıs 1805’de Gence’nin doğusunda, Kürekçay sahilinde General Sisyanov’la, tarihe Kürekçay Antlaşması (aslında “Yeminli taahhüt”) adıyla geçen belgeyi ve ağır şartları kabul etti. Bu belgeye göre, Karabağ Hanı “ailesi, sülalesi ve ülkesi ile” Rusya İmparatorluğu’nun egemenliğine giriyor; “İran veya herhangi bir devletin her türlü egemenliğini veya her ne ad altında olursa olsun, her tür bağlılığı sonsuza dek reddediyor”; büyük oğlunu Tiflis’e rehine olarak veriyor; Gürcistan’ın Baş Yöneticisi (Sisyanov) ile “önceden karşılıklı onay olmadan komşu yöneticilerle irtibat kurmayacağına söz veriyordu.” Ayrıca, Şuşa kalesine 500 kişilik Rus ordusunun yerleşeceği; Rus Çarlığının hazinesine yıllık 8000 çervon ödenmesi kararlaştırılıyordu. Karşılığında, “İbrahim Han zat-ı âlilerine ve aile efradından olan varis ve veliahtlarının Karabağ hanlığı üzerinde hâkimiyetinin kalıcı olacağı”; “iç yönetim ile ilgili hâkimiyet işleri, mahkeme ve divanhane işleri, bununla birlikte ülkeden toplanan gelir, zat-ı âlilerin (hanın) yetkisinde kalacağı” sözü verilmekteydi. Bu belgenin imzalanmasından memnun olan Sisyanov, Çar Aleksandr’a konuyu şu sözlerle ifade ediyordu: “Rus İmparatorluğu’nun yeniden genişlemesinden dolayı sizi kutluyorum. Rusya’nın bir eyaleti haline gelmiş olan bu bölge, ne bir kılıç, ne de askeri güç kullanılmaksızın ele geçirilmiştir.” Kızılbaş birliklerinin başkomutanı, Kürekçay rezaleti arifesinde İbrahim Han’a şu sözlerle seslenmişdir: “… böyle bir davranıştan dolayı tüm nesilleriniz utanacak ve bölgenizin tamamı paramparça edilecektir.” Hemen hemen aynı zamanlarda aynı içerikteki belgeler diğer hanlarla da imzalandı.

Karabağlı İbrahim Han’ın davranışlarından dolayı artan şüphe nedeniyle ve Sisyanov’a karşı yapılan suikasta bir cevap olarak, Şubat 1806’da İbrahim Han ve ailesi katledildi. Bu, yerli yöneticilerin büyük bir kısmının, Rus silahıyla iktidar ve servetini kısmen de olsa koruma umutlarına son verdi ve onların Rusya’dan tamamen kopmasına neden oldu. 1801 yılından sonra, kendisini Rusya’nın vassalı olarak gören ve tümgeneral rütbesi taşıyan Mir Mustafa Han bile Rusya’ya karşı çıktı. Zaten Rus hâkimiyetini kabul etmekte zorlanan Car-Balaken, Borçalı halkı, Pembekliler ve Şemşedillerin isyanları daha açık şekilde kendini gösterdi. Rus tarihçilerden birine göre, Şekili Selim Han, Rus generaline yazdığı mektubunda şunları ifade etmiştir: “İbrahim Han ve benim şerefsizlik ederek kendi dinimizden olan hükümdara sırt çevirerek Rusya’nın egemenliğine girdiğimiz malumunuzdur. Bunu, ihtiyacımız olduğunda bize yardım edebilmeniz ve rahat yaşayabilmemiz için yaptık. Birincisi, böyle bir yardım yapılmadı, ikincisi, İbrahim Han’a teşekkür etmek yerine, onu öldürdünüz… kız kardeşimi öldürdünüz. Bundan sonra size nasıl güvenebilir ve askerinizi nasıl koruyabilirim. Bu olaydan dolayı sarsılan insanlarım, Rus birliklerini mahvetmek istiyordu, ancak buna izin vermedim.” İbrahim Han’ın oğlu Mehdi Kulu Han, Şirvan hükümdarı Mustafa Han, Şeki’ye yeni han olarak tayin edilen Hoylu Caferkulu Han, İlisu Sultanı gibi birkaç yerel yöneticiler dışında, siyasi elit Ruslarla işbirliği yapmayı (daha doğrusu onlara köle olmayı) tamamen reddetti. Azerbaycan’ın bazı bölgelerinde dalga dalga isyanlar çıktı. Üstün Rus askeri gücünün üstesinden gelemeyen halk İran’a göç etti. Rus işgaline karşı direnişin takdire şayan kahramanları arasında, İrevanlı Muhammed Han ve Gubalı Şeyhali Han özellikle öne çıkmaktadır.

Bu arada Karabağ’da azınlıkta olan yerel Ermeni nüfusunun temsilcileri olan meliklerin davranışı dikkati çekmektedir. Deli Petro döneminden itibaren Rus Çarlarına yardım için müracaatta bulunan bu kesim, yazdıkları mektuplarda Rus askerinin bölgeye gelmesinden memnuniyetini ifade etmişlerdi. Rus yönetimini “kurtarıcı” olarak gören Ermeni unsuru işgal süreci ve işgal rejiminin kurulmasında hassas görev üstlendi. Rus yönetimi Ermenilerin hizmetini gereğince değerlendirdi. Osmanlı ve Kacar devletlerinden getirdikleri yüz binlerce Ermeni için özel şartlar oluşturuldu. Ermeniler, Güney Kafkasya’nın ekonomik ve idari hayatında Rus yönetiminin başlıca muhatabına dönüştü. Bu durum bölgedeki Türkleri oldukça tedirgin ediyordu.

Rus hükümetinin Ermenileri aktif iskân siyaseti, etno-politik durumu doğrudan etkilemekteydi. Göç ettirilen nüfusun büyük bir kısmı, Türk nüfusun otlak alanlarına ve toprak sahiplerine ait arazilere yerleştirildi. Bu da doğal olarak yerel nüfusun memnuniyetsizliğine neden oluyordu. Bu faktör, bazı Rus yazarların “yerlilerin düşmanca tutumu” olarak nitelendirdiği durumun ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır. İlginç olan, 19. yy’ın sonlarına doğru Ermeni millî hareketinin ortaya çıkmasından korkan Rus yazarların, bunda devletin yanlış göç siyasetinin de büyük rol oynadığını bildirmesidir. Vasil Veliçko, Ermenilerin Güney Kafkasya’ya yerleştirilmelerinde aşırılığın “Rus halkının işine aykırı olduğunu” söylüyor ve şöyle yazıyordu: “İşgal altındaki vilayetlerin Müslümanları acı alayla soruyor: Ruslar nerede? Kimler için işgal edildik? Herhalde kendileri için değil… Ne tacirinizi, ne de çiftçinizi görüyoruz. Her yerde dünkü kölelerimiz Ermeniler var.”

1918-1920. yıllar Güney Kafkasya’da üç bağımsız devletin kurulduğu hassas dönemdir. Bu dönem Azerbaycan’la Ermenistan arasında daimi çatışmaların vuku bulduğu, Karabağ (vb. araziler) uğrunda savaş haddine dek derinleşen askerî çatışmalarla tarihe geçmiştir. Paris Barış Konferansı’nın Karabağ’ı Azerbaycan toprağı olarak tanıması da Ermenileri Karabağ iddialarından alıkoymadı. Ermeni unsurunun himayecisi Rusya’nın, bölgeden uzakta olması; Birinci Karabağ Savaşı’nın Azerbaycan’ın tam zaferiyle tamamlanmasında belirleyici neden olmuştur.

Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (1918-1920) haritası
Azerbaycan’ın ikinci işgalinde (27 Nisan 1920) Ermeni unsuru Rusya’ya önemli hizmetler sundu. Karabağ’daki ayaklanma ile Kızıl Ordu’nun işgalinin aynı zamanda gerçekleşmesi manidardır. Ermenistan’a ve Ermenilere verilen tavizler içinde Karabağ’ı Ermenistan’a bağlamak da vardı. Bunu gerçekleştirmek mümkün olmadığı için Karabağ’daki Ermenilere geniş yetkili teritoryal özerklik verildi. Coğrafi, ekonomik, kültürel ve demografik bütünlüğü bozularak Karabağ’ın bir bölümüne (“Dağlık Karabağ’a”) 1923’de özel statü verildi. “Dağlık Karabağ Muhtar/Özerk Vilayeti” adlı bu saatli bomba, Sovyet döneminde Ermenistan tarafından zaman zaman yapılan saldırıların hedefindeki Sovyet Azerbaycan’ının gücünü tüketen faktör oldu.
1987’de bu saatli bomba patlatıldı. SSCB denilen şer imparatorluğunda Perestroyka’nın ilan edilen hedeflerine aykırı olarak Mihail Gorbaçev’in iktisadi işler müşaviri Aganbekyan Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasının “daha uygun olduğunu” beyan etti. Ermenistan Akademisi üyeleri Moskova’dan aynı talepte bulundular. İrevan’da bu talepleri savunan mitingler başladı. Karabağ Komitesi kuruldu. Bu İkinci Karabağ Savaşının başlangıcı idi… Azerbaycan bu saldırılara hazırlıksız yakalandı, şoke oldu. Yerel siyasi elit Moskova’dan medet ummakta iken halk on yıllarla birikip kalan milli kimlik meselelerini çözmekle meşguldü. Ermenistan tarafı sözlü saldırıları silahlı saldırılara dönüştürdü. Moskova ve onun yerel silahlı kuvvetleri Ermenilerin saldırılarını himaye etti. Mayıs 1994’de Bişkek’te ateşkes protokolünün imzalandığı süreçte, Azerbaycan topraklarının yaklaşık beşte birini Ermeniler artık işgal etmişti, “Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti” dışında eski vilayet topraklarından 3 kat daha fazla toprakları “güvenlik kuşağı” adıyla kontrolü altına almıştı. Moskova memnundu: Bu işgal uzun zaman bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin elini-kolunu bağlayacak, enerjisini bu problemin çözümüne yöneltmek durumunda kalacak, Moskova yörüngesinden çıka bilmeyecekti.
Moskova’nın elindeki Karabağ kozu hem de çizilen sınırların dışına çıkan Ermenistan’ı cezalandırma aleti olarak görüldü. Böylece her iki komşu ülkenin geleceği Karabağ meselesinin çözümüne bağlandı.
Üçüncü Karabağ Savaşı (27 Eylül – 10 Kasım 2020) denilenleri fazlasıyla onayladı. Azerbaycan Ordusu 44 gün zarfında Karabağ’ın büyük bölümünü işgalden kurtardı, ülke için sembol özelliğine sahip olan Şuşa şehri azat edildi, Karabağ’ın tamamının kurtarılması an meselesine dönüştü… Azerbaycan (ve Ermenistan) bu heyecanlı günleri yaşarken Başkan Putin’in baskısı ile Başkan Aliyev ve Başbakan Paşinyan bilinen üç taraflı açıklamanı imzaladılar.
10 Kasım Açıklaması ve Sonraki Gidişat
9-10 Kasım gecesi, Başkan İlham Aliyev çevrimiçi ortamda Putin’in hazırladığı belgeyi imzaladı. Bu belge 9 maddeden ibarettir ve ilkin versiyonu ile RF Başkanı resmi sitesindeki versiyon az sonra kısmen değiştirildi. 2. Maddedeki Ağdam ilçesinin yanı sıra “Ermenistan Cumhuriyeti’nin, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Gazah ilçesinde kontrol altında tuttuğu araziler”in de 20 Kasım’a kadar “Azerbaycan’a iadesi” hükmü çıkarıldı. Ermenistan’ın Putin’den isteği üzere 5 kilometre enindeki koridorun başındaki stratejik öneme sahip Laçın şehri Azerbaycan’a verilmedi.
Bunlardan daha önemlisi yaklaşık iki ay içinde üç taraflı mutabakatın diğer maddelerindeki ihlallerdir. En önemli olanlarını özetleyelim: 3. Maddedeki RF barış gücünün 1960 askerden ibaret olması kaydına rağmen artık bu sayı 5 bini geçmiştir, RF Savunma Bakanı’nın iddiasına göre 10 bin olacaktır; 4. Maddedeki “Ermenistan askeri güçlerinin” Karabağ’dan çıkarılacağı hakkındaki hükme uyulmamıştır; 5. Maddedeki ateşkesi gözleme merkezi bu güne kadar işe başlamamıştır; 6. Maddedeki Laçın koridoruna paralel yolun inşaatı ve Laçın koridorunun Azerbaycan’a verilmesi hakkında işler unutulmuş görünmektedir; 7. Maddedeki “Dağlık Karabağ ve bitişik arazilere mültecilerin yerleşmesinin BM Mülteciler Baş Komiserliğinin kontrolü altında” gerçekleşeceği hükmü unutulmuş, bu işi RF askeri gücü tek taraflı şekilde (Ermeni mültecilerin Karabağ’a yerleştirilmesi) hayata geçirmektedir; 9. Maddedeki Zengilan-Nahçıvan koridorunun yeniden açılması üzere işler başlamamıştır.
Bunların yanı sıra son iki ayda Azerbaycan toplumunu rahatsız eden bazı gelişmeleri de özetleyelim: Rusya askeri gücü eski Dağlık Karabağ’daki kanun dışı yönetimle işbirliği ortamında bölgenin tüm işlerini kontrolü altına almıştır; bu bölge Azerbaycan Cumhuriyeti egemenliği dışına çıkarılmıştır; RF “barış gücü” burada askerî tatbikat yapmayı uygun görmüştür; Rusya bayrakları ile sözde Dağlık Karabağ bayrağı birlikte dalgalanıyor; okullarda Rusça ikinci resmi dil olarak belirlenmiştir; RF devlet kurumları burada “barış gücü” görev dışına çıkan işlerle meşguldür; Karabağ’daki Ermenilere 10 milyon Euro hediye edilmiştir…
Meselenin diğer paradoksal, ya anlaşılması zor olan tarafı da vardır. 10 Kasım mutabakatından sonra, Azerbaycan tarafı büyük zaferden, “Karabağ münakaşasının bir defalık çözülmüş olduğundan” bahsetmeğe başladı. Bizim kanımızca, Azerbaycan Ordusu’nun 10 Kasım’a kadarki operasyonları kuşkusuz bir askerî zaferdir; fakat 10 Kasım’dan sonraki gelişme kesinlikle bu zaferin siyasi devamı değildir. RF askerinin Azerbaycan’ın “Dağlık Karabağ” bölgesine “barış gücü” adıyla konuşlandırılması bir hezimettir.

Görülen o ki; “tarihi ananesi Türk ve İslam düşmanlığından ibaret olan Rusya’nın” (M. Emin Resulzade) Karabağ’ın bir bölümünü işgal etmesi Azerbaycan’ı derin bir krize sokmuştur. Azerbaycan, bu krizden çıkmak için Rusya ile nasıl baş etmelidir?

Paris'teki İran Büyükelçiliği'nde bombalı saldırı paniği Paris'teki İran Büyükelçiliği'nde bombalı saldırı paniği

Rusya İle İlişkileri Yeniden Değerlendirme
Azerbaycan siyasi eliti, Karabağ problemini tamamen çözmek ve kendini tehdit eden krizden çıkmak için, Rusya’ya geleneksel yaklaşımını yeniden değerlendirmek zorundadır.
Günümüz siyasi hâkimiyeti temsil eden sınıf Sovyet döneminde yetiştirildi. Bu sınıfın (“parti-Sovyet nomenklatürü”) özelliği Rus kültürünün etkisi altında bulunmak, Rus devletine cani-gönülden bağlı olmaktı. Ruslaştırma siyasetinin (mankurtlaştırmanın) etkisinde kalan da bu sınıftır. Siyasi davranışını tanımlayan özellikleri sırasında aşırı egoizm, yolsuzluk, nepotizm, kozmopolitizm, yalakalığı mutlaka vurgulamak gerektir. Bağımsızlık döneminde bu sınıf kendi konumunu devlet emlakının özelleştirilmesi hesabına daha da pekiştirdi, ekonomik alanı da kontrolü altına alarak rakipsiz duruma geldi. Hâkimiyetin sosyal alanda siyasetinin temelini bu sınıfın eski Sovyet geleneğinde gücünün arttırılması oluşturdu.
Vurgulamak gereken bir özellik daha vardır. Baltık ülkeleri, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan siyasi eliti ya tamamıyla ya da çoğunlukla Rusya’dan kopma durumundadır. 2020’de Belarus’daki siyasi gelişme yerel halkın psikolojik olarak Rusya’dan uzaklaştığının belirtisi oldu; Lukoşenko’nun Rusya’nın desteğiyle yeniden başkan makamına oturtulması kitlenin Ukrayna’da olduğu gibi Rusya’dan koptuğunu gösterdi. Hatta Rusya beslemesi Ermenistan’ın (halkı ve iktidarı ile birlikte) kendi ağabeyinden uzaklaşmak, yönünü Batı’ya çevirmek isteği söz konusudur. Azerbaycan’da (ve diğer eski Sovyet Türk cumhuriyetlerinde) durum farklıdır. Yerel yönetici sınıf ne Rus kültüründen, ne de Rus devletçiliğinden henüz kopmamıştır.
Son yıllarda Azerbaycan’da bu doğrultuda dikkat çeken olaylar yaşandı. Siyasi yönetim çoğunlukla yolsuzluğa bulaştığından, yolsuzluk seviyesi milli güvenliği tehdit eden unsura dönüştüğünden Başkan Aliyev ardı ardına yüksek düzey memurların üstüne gitti, hırsızlıkla biriktirdiği servetlerine el koyarak birçoklarını hapsettirdi. O zaman (3. Karabağ Savaşından önce) sürdürülen bu süreç toplumun belli kesiminde eski idarecilik sisteminin buhran geçirdiği, bu buhranı atlatmak için Başkan Aliyev’in sosyal-siyasi reformları sürdüreceği ümitlerini uyandırmıştı. Aynı dönemde Başkan Aliyev sık sık yabancı ülkelere bağlı “5. koldan” (Rusya yanlılarından) bahsetmeğe başlamıştı. Karabağ süreci ile bağlı yakın gelecekte ısınacak siyasi atmosferde Başkan Aliyev’in yarım kalan süreci devam mı ettireceği veya tamamiyle Rusya-yanlısı siyaset mi izleyeceği müzakere edilen konulardan biridir. 10 Kasım’dan sonra Rusya bayraklarının Bakü sokaklarını doldurması yönetimin gereken cesur adım atacağı konusunda kamuoyunda ciddi şüpheler uyandırmıştır.
Başkan Putin döneminde RF yönetimi emperyalist eğilimlerini açık ortaya koymuş, eski Sovyet cumhuriyetlerini kendi güç merkezi etrafında birleştirmeğe çalışmıştır. Bu amacına ulaşmak için Gürcistan, Ukrayna, Moldova ile düşmanca davranmaya, bu ülkelerin bir kısım topraklarını işgale bile yeltenmiştir. Azerbaycan yönetiminin komşuların acı deneyimini görmemesi mümkün değildir. Aynı zamanda ülkenin coğrafi merkezinde konuşlandırılmış Rusya ordusuyla savaşa girmeyi de göz önüne alamaz. Böylece, Rusya ile ne savaşa gitmek, ne de Rusya yönetiminden geleneksel medet dilemekle Karabağ sürecinde ilerlemek mümkün görünmemektedir. O zaman ne yapmalı? Bazı özel konular üzerinde duralım.

Millet-Devlet Birlikteliği
Sovyet döneminde hâkim siyasi elit genellikle halkından kopuk, onu önemsememiş, Moskova ile yakın olmaya özen göstermiştir. Bağımsızlık döneminde de baba-oğul Aliyevler, Rusya’yı kızdıracak adımlardan çekinmiş, ülke dâhilinde Rusları memnun eden siyasi-kültürel durum oluşturmuşlardır. Toplum hayatında, özellikle eğitim sisteminde Rusçanın rolünün bağımsızlık döneminde yükselmesi bilinen gerçekliktir. Bu siyaset toplumun belli kesiminde mevcut hâkimiyete karşı muhalefetin oluşmasını da tetiklemiştir.
Değişen yeni jeopolitik ortamda Başkan Aliyev yönetiminin hala kullanmadığı bir potansiyel mevcuttur. 12-14 Temmuz 2020 olaylarında, millet kendi iradesini ifade etti. Ermenistan’ın yeni kışkırtması, halkın sevdiği General Polat Heşimov’un muammalı katli yaklaşık 500 bin insanı sokaklara döktü. Karabağ meselesinde iktidarın yanında olacağını, hatta gereken her tür özveriye hazır olduğunu ifade etti. Aynı günlerdeki milli iradenin ifadesi son 20-25 yılda yeni olgu idi. Bu dış güçlere olduğu gibi yerel yönetime de bir mesajdı. Bu mesajı değerlendiren yönetim bilinen 27 Eylül emrini verdi. Bu da siyasi iradenin gerektirdiği bir karardı. 44 günlük savaş boyunca millet-devlet birlikteliği tecelli etti ve askerî zaferin olmazsa olmaz ön şartı oldu. İşte Aliyev yönetiminin Rusya baskılarına karşı koyabileceği en hassas güçlerden birisi!
Güney Azerbaycan Faktörü
Göz ardı edilen diğer güç kaynağı Güney Azerbaycan’dır. Savaş günlerinde Rusya silahlarının İran üzerinden – Güney Azerbaycan topraklarından Ermenistan’a sevkiyatı dikkat çeken gerçekliktir. Güney’li milli aktivistler gizli yapılan bu sevkiyatı ifşa ettiler. Hatta askerî malzeme taşıyan bir araç ateşe verildi. Azerbaycan Cumhuriyeti’ni destekleyenlere itiraz edenlere cevaben protestocuların verdiği slogan dikkati çeker: “Biz Azerbaycan’ın yanında değiliz, ta kendisiyiz!” İran hükümeti ülkenin değişik şehirlerinde gerçekleşen protesto eylemlerini ciddiye almaya, Ermenistan’a yardımını azaltmaya veya bu yardımı gizli yollarla sürdürmeğe mecbur oldu.
Aynı zamanda Karabağ savaşında Azerbaycan Ordusunun kazandığı zafer Güney Azerbaycan milli hareketinin gelişmesine neden oldu.
Azerbaycan Cumhuriyeti yönetimi Güney Azerbaycan faktörünü ciddiye alıp ön hazırlık işlerini sürdürmüş olsaydı, bu alanda daha etkili sonuçlar alınırdı.

Türkiye ve Türk Dünyası Faktörü
Türkiye, milleti ve devletiyle Azerbaycan’ın yanında yer aldı. Karabağ’da askeri operasyonların planlanması ve sürdürülmesinde TSK’nın rolü medyadan da açıkça biliniyor. Çok rahatlıkla ifade ede biliriz: Kafkas İslam Ordusu örneği (1918) istisna olmakla hiçbir zaman Türkiye ile Azerbaycan bu kadar yakın, iç-içe olmamıştı. Çeşitli liderler tarafından dile getirilen “Bir millet, iki devlet!” sloganı sözden gerçeğe dönüştü; bu tarihi bir kazanımdır. Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri siyasi demeçleri ve kararlı duruşları ile Azerbaycan’ın yanında olmağı da geçip, dünyadaki düşmanları da karşısına aldılar. Meselenin duygu tarafı bir yana, yeni jeopolitik ortamda TSK’nın Azerbaycan’da meşru varlığı talep edilmektedir. TSK’nın Azerbaycan’da varlığı Rusya’nın kendi lehine değiştiği dengeyi kısmen düzeltebilir. Bu jeopolitik imperatifi siyasi partiler ve teşkilatlar da sürekli ifade etmekteler. Bu cesur kararı verecek ve Rusya’nın şimşeklerini üstüne çekecek merci Azerbaycan yönetimidir.
Savaş boyunca sosyal medyada Türk Dünyasının diğer devletlerinden de siyasi-manevi yardım isteği, hatta bazen gereken yardımın olmamasından serzeniş duyguları ifade edildi. Anlaşılan bir durumdur. Bunun yanı sıra meseleyle ilgili bir hassas detayı da kaydetmek gerekir: Şikâyet olunan tarafın temsilcileri özel sohbetlerde Azerbaycan’ın Karabağ meselesinde yardım talebinin yeterli kadar ısrarlı olmadığını belirtmişler. Meselenin ayrıntılarına varmadan belirtelim: Türk Birliği bir tercih değildir, önemli güvenlik meselesidir. Bağımsız Türk devletleri arasında toprak bütünlüğü problemi olan tek ülke Azerbaycan’ın birlikteliğe daha çok ihtiyacı vardır.
Etkili Diplomasi Gereği
3. Karabağ Savaşı’nın ibret verici derslerinden biri de eski Dışişleri Bakanı Memmedyarov’dan miras kalan Azerbaycan diplomasisinin gelişmelere hazırlıksız yakalandığını ortaya koyması oldu. Çok açıklar ortaya çıktı. Müslüman âleminden Pakistan ve Afganistan, Batı dünyasından İngiltere, İtalya, Macaristan, kısmen ABD savaşta Azerbaycan’ın yanında yer aldılar. Oysaki dostların sayısını hazırlık işleri görülseydi arttırmak mümkündü.
Karabağ sürecinin bu aşamasında etkili diplomasiye daha büyük ihtiyaç olacaktır. Bölgeselleşme dönemini yaşadığımız günümüzde bölge devletleri ile güçlü iş birliğinin kurulması gerekir. Bu açıdan TAG (Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan), GUAM (Gürcistan-Ukrayna-Azerbaycan-Moldova) tecrübelerine yeni nefes vermek ve bu kurumları çalıştırmak ilk akla gelen fikirlerdir.

Sonuç
Konuyu bilinen bir aforizmle toparlamak istiyorum. 10 Kasım Açıklaması Azerbaycan’ı zirveden alarak yeniden kuyunun dibine düşürdü. Dünya bu dipten kuyunun ağzı kadar görülür. Oysaki kuyudan dışarı çıkmak için dünyayı daha geniş görmek gerektir. Azerbaycan, Karabağ adlı hayatî problemini kökünden çözmek için geleneksel yöntemler dışına çıkmalıdır. Yeni olasılıklar keşfetmek zarureti vardır.
RF “barış gücünü” ciddiye almak gerekir. Azerbaycan yöneticilerinin açıklamalarına rağmen “Karabağ münakaşası” çözülememiştir. Karabağ çıkmazı yeni hatta daha çetrefil aşamaya girmiştir. Rusya işgali altında olan Karabağ toprakları Azerbaycan’ın açık yarasıdır. Buradan bedene giren mikroplar ülke bağımsızlığını ve egemenliğini tahrip etmektedir.
Rusya’dan medet dilemekle olmayacak. M. Emin Resulzade gençlere vasiyet nitelikli konuşmasında “milli intibahını yükselt, dostunu-düşmanını tanı” diye ısrar ediyordu. Azerbaycan, Karabağ’ını tam olarak kurtarmak için önce ülkede kök salmış olan rusculuktan (millete Çarlık ve Sovyet döneminde dayatılan ‘değerlerden’) ve rusbaşlardan (Rusya’ya ve Rus kültürüne bağlı yönetici sınıftan) kurtulmalıdır.