Dünya 21. yy başlangıcından itibaren köklü bir değişimin habercisi çeşitli kaoslar yaşıyor. Hakim hegemonların kendilerini yenileme gayretlerinin yanında,yeni güçlerin ortaya çıkışı,mevzi savaşlar, değişen güç dengeleri ve güç arayışlarının ifadesi. Görünen o ki , ülkeler arasında yeni kümelenmeler ,ittfaklar ,yeni dostluk ve düşmanlıklarla bu kaos artarak sürecek.
     Ülkelerin iç çatışmalarının yarattığı kırılmalar,artık batı dünyası içinde yabancı değil.ABD-Avrupa ,dünyanın geri kalanına yüz yıldır dayattığı siyasal ve ekonomik düzenin getirileriyle yaşadığı cicim aylarının sonuna geldiğinin farkında ve üretebildiği bir çözüm ufukta görünmüyor. Birikimlerinin aktığı uluslararası sermaye grupları ise,teknolojiyi kullanarak kendi eksenlerinde ve yönetiminde tekno-Faşizm diyebileceğimiz yeni bir dünya düzeni için ,bütün devletlerle görünmeyen bir savaşa girişmiş görünüyor.
    Kritik bu dönemeçte Türkiye de büyük bir dönüşüm yaşamakta ,tabii olarak bunun sancılarını da.Siyaseti domine eden Cumhur ittifakını oluşturan asıl faktörün, dönemin hassasiyetleri ve önemi olduğunu,siyasetin hızlı bir karar makanizması ve sağlam bir tabana oturması gerekliliğinin de esasen dönemin bu zorlamalarından kaynaklandığı tesbitini yapmakta fayda var.
     Dünyayı,gidişi okumak yerine, sadece PKK terörüne indirgeyenler için,kısır siyasi polemik meselesi olan beka meselesi,bugün en güçlü devletlerin dahi kabusu haline gelmişken,jeopolitiği bilhassa yeni dengelerin oluştuğu dönemlerde ya güçlü olmayı veya parçalanmayı emreden Türkiye'nin bu meseleyi hafife alma gibi bir lüksü olamaz.
     Cumhur ittifakının Türkiye için bugün ne ifade ettiği sorusunun cevabını yerli yerine oturtabilmek için Türkiyenin yaşadığı son 30 yıllık siyasi maceranın bir özetini ve bu ittifakı oluşturan iki siyasi partinin,siyaseti belirleyen sağ milliyetçi -muhafazakar çoğunluk için bu süreçte bu yapılardan beklentilerini ve gerçekleşen siyasetlerini kabaca da olsa ifade etmek gerekiyor.
   2000'li yıllara kadar Türkiye'nin kurulu düzeninde en hafifi, aşırı uç tabiri ile kriminalize edilip ,dışlanma gayretlerinin muhatabı olmuş, batılı ülkeler ,ve içerdeki vesayet uzantıları tarafından iktidardan uzak tutulması gereken yapılar olarak darbelerin,tasfiyelerin muhatabı olmuş bu yapıların,bu gün birlikte devleti , iktidarı temsil etmesinin hangi gelişmelerle mümkün olduğunu özetlemeye çalışalım.
      Şüphesiz Türkiye'nin son 20 yılına damga vuran siyasetçi Cumhurbaşkanı Erdoğan, ancak 90'lı yıllarda yaşananların hazırladığı zemin Erdoğan'a bu fırsatı yarattı.

      Ne oldu 90'lar da Türkiye de dersek ,öncelikle merkez partiler diye ifadelendirilen sağ-sol kitle partilerince domine edilen siyasetin çöktüğünü Türkiye'yi taşıyamaz hale geldiğini söylemek gerekir.Tabanın talepleriyle,güç odaklarının talepleri arasında sıkışmış,hakim vesayet yapılarınca hegomonların taleplerini öncelemeğe zorlanan bu yapıların, yozlaşmış siyasetçilerine milletin güveninin tamamen tükendiğini söyleyebiliriz.
     Sonra da Batı'nın değişen Türkiye planlarından bahsetmek gerekir.Ortadoğu'yu tümüyle yeniden elden geçirmeye Irak'la başlayanların Türkiye'ye sevdalı olduğunu 50 yıldır yutturmaya çalışan çevrelerin, kendilerinin aslında pek Türkiye sevdalısı olmadığını öğreten gelişmeler yaşadık.Büyük bir koro insan hakları ve demokratik haklar söylemi sosuna bandırarak teröre adeta meşruiyet kazandıran bir söylem tutturdu.Devlet teröründen ,terörün sebebinin bölgenin bilerek ekonomik olarak geri bırakılmışlığına,Terörü devlet içindeki çetelerin kışkırttığından,devletin ayrımcılık yaptığına...Ne ninniler dinledik.Yanlışlıkla dış bağlantıdan söz edenleri ,medya,aydınlar,akademisyenler,güvenlik uzmanlarımız yerin dibine soktu.ABD-AB'nin terörle ne bağlantısı olabilirdi ki ? Halk dinledikçe bunaldı,güvensizlik zirve yaptı.Ekonominin dibe vurması bunalımı derinleştirdi.
       Üçüncü önemli gelişme 70'lerden itibaren gelişen Ülkücü- Milliyetçi hareketin ,İslami hassasiyetlerin,radikal dinci akımlar ve fethullah organizasyonu ile yönlendirilip yönetilmesi,bu yükselen değerlerin tabii organizasyonları güçsüzleştirilip,gözden düşürülürken yerlerine bu tip organizasyonların ikame edilmesi çalışmaları.
      Özetin özeti olarak geçtiğimiz bütün bu yaşananlar 90'ların sonunda toplumsal huzursuzluğun zirve yapmasını,devletin güvenliği,siyaseti ,ekonomisi ile işlemez hale gelmesine,devlet işlerinin ayağa düşmesine sebep oldu.Siyasetten umut kesildi ,toplumda kaygı arttı. Tabii ki düzenin formatlanması işi orduya ihale edildi.28 Şubat böyle bir ortamda ortalığa çeki düzen vermek ,devleti çetelerden temizlemek,dinci hareketlerin önünü kesmek ,Laik Cumhutiyeti bin yıl yaşatacak bir resterasyon yapmak adına iplerin vesayet odaklarının eline verilmesi sürecidir.
      Bu postmodern darbenin farklı tarafı ,hiçbir darbenin yapmayacağı biçimde halkın dini duygularını rencide edici bir tavırla davranması,kültürün sivri uçlarına gereksiz saldırarak,samimi dindar vatansever insanları devletinden ,ordusundan soğutacak tavırları benimsemiş olmasıydı. 28 Şubat süreci esasen derin bir bunalıma sokulan ve çıkış olarak AB'ne girmenin tek kurtuluş yolu olduğu fikrine karşı olan,hele bunun için verilmesi istenen tavizleri düşünemeyecek
çevrelerin güçsüzleştirilip ,hizaya sokulması ,tasfiye süreçlerinin adıydı.Sürecin Ülkücü -milliyetçi ,geleneksel muhafazakar yapıların sivil-asker bürokraside ki önemli mevkilerden tamamen temizlenmesi toplumsal,ekonomik hayatta itibarsızlaştırılıp gerilemesini ,siyasi hayatta
etkilerinin sıfırlanmasını hedeflediği açıktır.
    2003'de sonlanan bu kademeli geçiş süreci ABD-AB hattının Türkiye'yi tam teslimiyetinin
raylarını döşeyecekti .

    Döşedi de... Devletten ülkücüleri ,dindarları temizlemeyi başaranlar ,fethullahçıları ne hikmetse unutmuştu! Yoksa 15 Temmuzda 200'e yakın genaralin darbeye katılması nasıl mümkün olurdu? O dönemden başlayarak Fethullah okulları devlete ve özel sektöre elit insan gücü yetiştiren en önemli okullar oldu. Askeriye ve güvenlik,yargı bürokrasisine de tabii ki..Yeni yükselen değerlerle uyumlu görünürde milliyetçi ve dindar yüzü ön plana çıkarılan,kritik noktalarda tam bir yabancı istihbarat örgütü gibi,emir komuta ile batıya körü körüne bağımlı devlet-siyaset-ekonomi kadrolarımızı işgalle görevli bu kadroya, ironik olarak eski vesayetçilerin son kullanma tarihlerinin yaklaştığından habersiz,28 Şubat bin yıl yaşayacak nutukları nezaretinde medya,aydınlar,akademisyenler bürokrasinin bir araya geldiği dev törenlerle,bayram havasında yol döşemeleriydi.Hala farkında olmayacak kadar ahmakları var mıdır? bilemem..Bildiğim üzerinde ABD-AB markası varsa her kıyafetin onlara uygun olduğu...
      Bu kadrolar kademeli eski vesayetçilerin yerini alacak,siyaset ve devlet hayatı onların içten - dıştan kuşatması altındaki muhafazakar siyasi yapılarla yürütülecekti.AB ye giriş rüyası ile bu plana he! diyen,Ülkücülerin tasfiyesini önemsiz bir ayrıntıymış gibi gören dinazor vasatlarımızdan işbaşında olan varmı bilemem, ama 15 Temmuz sabahı ipte sallanan sadece Erdoğan ve bazı vatanseverler olmayacağından eminim.He dediğiniz, bir yerinden döndürürüz dediğiniz planın elinden sizi, Erdoğanın halkta tutan tırnakları ve sokakta canlanan ülkücü ruhun aldığını da sakın unutmayın.


     Hani o sokaklardan çekme vaadini verenlere teslim ettiğiniz ülkücü ruh...!


    Hafızalarınızı tazeleme ,yeni nesillere yaşamadıkları bu gelişmelerin bugünümüzü nasıl temellendirdiğini anlatmak için mümkün olduğunca özet geçtiğimiz bu dönem,Türkiye de her darbe sonrası kurulan yeni bir kitle partisi,bu sefer tasfiye edilen muhafazakar -islamcı bir partiden koparılan bir kadro etrafında şekillendirildi.Ama önemlisi gerçek gücü elinde tutacak ,zamanla eski vesayetçi elitler dahil her gücü tasfiye edecek yepyeni vesayetçi bir fetöcü elit kuşatmasında...ABD- AB hattına teslimiyet,AB'ye giriş havucuna gizlenmiş,bunu muhafazakar
kitlelere pazarlamak da ,kuşatmayı yarıp iktidar olan! Erdoğan'a düşüyordu.Gelişmeler bize nur
topu gibi bir devlet politikası bahşetmişti..!
      Bu hesapları gerek Türkiye adına gerekse batı adına yapanların herhalde en az önemsedikleri konu sanırım Erdoğan'dı.İstanbulda başarılı ,çalışkan bir belediye başkanı portresi çizen yerel bir siyasetçi idi neticede,devlet tecrübesi sınırlı ,halkla kolay iletişim kurabilen ,muhafazakar değerlere sahip,kadrosu olmayan ,sokağı tanıyan bir siyasetçi herkesin işine geliyordu herhelde.Erdoğan'ın eli önce üstlendiği tavizleri gerçekleştirilebilmesi için rahatlatılacak,bu
tavizleri verdikçe yıpranacak ,yerine yenisi gelecek. Ancak devlet-toplum -ekonomi kılcallarına kadar yerleştirilecek fethullahçı bir kadro tarafından ABD-AB hattının vesayetinde yönlendirilip,yönetilecekti. Kürt devleti ile küçültülüp, önemsizleştirilmesiyle nasıl istenirse öyle şekillendirilebilirdi.Gerçek gücü gören Erdoğan zaten bu hesabın karşısında duramaz,uyum gösterir,kendine biçilen iktidar nimetini çevresiyle paylaşır,karşılığında gerektiğinde faturayı öder
veya kolayca tasfiye edilebilirdi.

      Çevresinde medya ,aydınlar ,liberaller ,Kürt-Türk beyazlarla,barajlarla takviyeli ,bunca ezilmişliği zafere taşımış Erdoğan %34 ile, salt çoğunluklu milletvekili sayısına ulaştı.Hepsini karşısına aldığında ise %48'i buldu bunca yıpratılmaya müsait zemine rağmen.Hesap edilemeyenin baldırı çıplakların ! feraseti olduğunu düşünüyorum.Birde Erdoğanla bu baldırıçıplaklar arasında ki ilişki...Kurduğu partinin bile bozmayı başaramadığı ilişki...
    Erdoğan'ın 2010 lara kadar bu devlet politikasına samimiyetle uyduğunu düşünüyorum verilen tavizlerle ABD-AB hattı ile uyuşulabileceğini,AB standartları ile demokrasi,halkın devletle barışması, açılımlarla toplumsal bir barışı sağlayabileceğini ,ekonominin toparlanması ile hizmet politikalarıyla bölücülüğün önüne geçebileceğini,teröre verilen dış desteğin kesileceğini ,kıbrıs,akdeniz dayatmalarının makul çözümlerle aşılabileceğini ,batının Türkiye'nin önemine
münasip bir tavır takınacağını ümit ettiğini ,hiç değilse güçlenmek için zaman kazandığımızı düşündüğünü sanıyorum.
       Erdoğan'ın kürt kökenli vatandaşlar üzerinde nufusunun artmasının,devlete düşmanlaştırılma çalışması yapılan islamcı kesimin Erdoğan üzerinden devletle barışmasının,çözüm süreci ile PKKyı istihbarat örgütlerinin elinden alma denemelerinin,Fetöcülerce sızdırılıp ,proveke edildiği göz önüne alındığında birilerini çok rahatsız ettiği,askeri bir takım yatırımların büyük rahatsızlıklar yarattığı da bir gerçek.
      Bir takım kazanımlar olsada bu politikaların kaybettirdiklerin faturasının ağırlığı bugün çok daha net görülüyor.Yine de en önemli kazancın, ne yaparsanız yapın milli menfaatlerinize tam karşıt batı politikalarını bile sorgusuz kabullenmenin dışında ki bir tavrın, batı için haddinizi aşmak olarak algılandığı bir ilişki biçiminin sürdürülemezliğinin ,iyi niyetli batıcılar tarafından bile görünür hale gelmesinin olduğunu düşünüyorum.
      Hülasa bu süreç ABye girişin tek kurtuluş olduğu tezini paramparça eden,amaçları doğrultusunda tavizler koparır ve planlarını adım adım sürdürürken sizi pasif,etkisiz ,güçsüz kalmanıza yol açacak dayatmalarına zemin oluşturmaktan başka işe yaramadığını,küçük rüşvetlerle sizi oyaladıklarını,AB ye girişinizin söz konusu dahi olmadığının anlaşıldığı bir sürece dönüştü.Suriye ,Irakta yapılanlar ,G.Kıbrıs'ın AB ne alınması ,Akdeniz meselesinde takınılan tavır,teröre verilen destek,içerdeki fethullah yapılanmasının devletin hayatiyetiyle oynar noktaya tırmanmasıyla Türkiye, Erdoğan'la AB çıpasını terkedecek siyasetlere adım attı.ABD-AB de Erdoğan'ı yönetme yerine tasfiye etmeye karar verdi.
         Erdoğan'ın ilk on yılının hikayesinin özeti ,eski vesayetçilerle kavgaları ki ,bence tamamen Erdoğanı istenilen hizada tutma ve eskilerin bir kısmının tasfiyeye direnme hikayesini ,yeni ekibin yerleştirilmesi için kullanılmalarını barındırır,(haksızlık etmemek için içlerinde gerçek vatanseverleri tenzih ederek ,yanlızlıklarına duyduğum saygıyı,sahipsizliklerinden direnişlerinde bizim için meçhul kalacak hikayelerini ,hizmetlerinin kıymetlerini ayrı tutarak) bence bu.

     İkinci dönem hafızalarımızda taze ve halen sürmekte,Erdoğan tasfiyesi çalışmaları ve Türkiye'nin batı ve ABD ile gerilimli ,kapışmalarına sahne olan,yeni vesayetçilerin tasfiye edeyim derken tasfiyeye uğradığı,Suriye,Irak ,libya da bir takım hesapların bozulduğu,terörün var gücüyle Türkiye'nin üzerine salınmasına rağmen tasfiyesi,gezi kalkışması,17-25 aralık,mıt tırları operasyonları,pkknın siyasi ayağının Erdoğanın karşısına çekilmesi,15 temmuzda askeri darbe
teşebbüsü, ekonominin silah olarak kullanılması gibi yoğun olayların yaşandığı ama ,en önemlisi devletin bütün baskılara rağmen,kendi göbeğini kendi kesme ve milli politikaları batı ne der,ABD ne yapara fazlaca önem vermeden uygulamaya koyma iradesini göstermesi olduğunu düşünüyorum.
      Dikkat çeken nokta Erdoğanın 7 Haziran seçimleri sonrası yerlilik ve milliliği önceleyen yeni politik tercihini açıklamasının,Fethullah kadrolarını ,kurumlarını her alanda tasfiyeye yönelmesinin,AK partide önemli kopuşlara yol açması,önemli isimlerin önce etkisizleştirilip kızağa çekilmesi ,akabinde Erdoğan karşıtlığı ile siyasi alanda boy göstermeleri oldu.Benzer olayların MHP de de yaşanması bunun anlamı üzerinde düşünmenin önemli olduğu fikrini uyandırıyor.. Türkiye de içselleştirilmiş batı ittifakı takıntısının ,herşeye rağmen batıya bağımlılığın, hatta en iyi niyetlilerde batı ile ABD ile ters düşme korkusunun, siyaset ve bürokrasi
dünyasında olmazsa olmaz modunda bir ilişki ağının bir biçimde hala sürdüğü,bunu sadece Erdoğanın tasfiyesine siyasi,ekonomik yatırım olarak mı,Türkiye'nin gücüne güvensizlik olarak mı, milliğe allerji olarak mı algılamak lazım? Gerçekten anlamak güç..Halkta olmayan bu aşağılık kompleksinin her kesimden aydında,elit tabakada salgın halde bulunuşunun hikmetini çözmek, bizim gibi kara budundan faniler için imkansız gibi.
      Cumhur ittifakından bahsederken parti isminden ziyade Erdoğan'dan bahsetmemiz bu partinin kurulduğu günden beri, bir lider etrafında şekillenen,sağ muhafazakar toplum kesimlerinin genel beklentilerine,özlemlerine öncelik ve önem veren,muhafazakar değerleri ön plana çeken,pragmatik yapıda kitle partisi özelliğini göstermesi.Birilerinin övmek ,birilerinin yermek adına islamcılıkla etiketlemesi dışında,parti politikalarının ideolojik bir yaklaşımı öne çıkardığı uygulamaları örneklendirmek pek mümkün değil.Sürekli değişen parti yönetim kadrosuna,hükümetlerde bakanlık yapan profiller incelendiğinde de,homojen bir yapılanma görmek mümkün değil.Zaten bu olsa idi,fetönün yapıya bu kadar nufus etmesine de pek imkan vermezdi.Erdoğanın siyaset yapma biçimi de,geldiği geleneksel yapıdan ciddi farklılıklar gösteriyor ,güç karşısında sinme,tavırsızlıkla,geri çekilip rüzgarın dinmesini beklemekle,Erdoğan'ın mücadeleci kişiliğinin, yetiştiği gelenekle uyıuştuğunu söylemek pek mümkün değil. Erdoğan direk halkla ciddi iletişim kurabilen, ondan aldığı güçle,yer yer partisini,devlet
bürokrasisini de döverek hizaya sokmayı,yön vermeyi,yönetmeyi becerebilen, o an politikalarına uygun kadroyu oluşturarak yol yürüyen bir lider.
      Bunları ifade sebebimiz Erdoğanın derin bir etki yaratması,iz bırakması söz konusu olsa da,kurumsal olarak Erdoğan politikalarını takip edecek,homojen bir parti kadrosunun, yapısının olmamasının,cumhur ittifakını oluşturan ve devlet aklını belirleyen düşüncenin,geliştirilmesi,kitlelere mal edilerek,sürdürülebilirliğini sağlamada yapının yetersizliği üzerinde kafa yorulmasının önemini ifade etmek... 

    BAKİ SELAMLAR...

   Bu yazımıza, aynı sürecin içinde başka macera yaşayan MHP ve Ülkücülerle devam edeceğiz.Cumhur ittifakına giden sürecin oluşum dinamiklerini irdeleyip,oluşan ittifakınsürdürebilirliği,gücü,zaafları,başarması gerekenler üzerine düşüncelerimizi paylaşacağız.