Önceki yazımızı “Kapitalist sistemin dünyayı getirdiği yeri görmek için merkez üssü ABD, İngiltere'ye bakmak yeterli, yarınını düşünmek ise çıldırtıcı....” cümlesi ile bitirmiştik. Yazımıza ne kastettiğimizi açarak başlayalım.

       Kapitalizmin beşiği İngiltere ile amiral gemisi ABD, kapitalizmin tarihinde ayrı kutuplara düşmemiş, aralarında bugün ki, kadar gerilim yaşanmamıştır. Bugün, iki kutba yarılmış izlenimi veren küresel sermayenin, iki ülke arasında yaşanan gerilimin ve çevrelerinde oluşmaya başlayan bloklaşmanın geri planında olması, dünyanın yeni bir felaketin kapısında olduğu endişelerini doğurmakta. Siyasi gelişmelere bakıldığında bu endişeler dahada güçlenmekte.

       Kapitalizm, sistemleşirken muhtelif aşmalardan geçti. Bu aşamalara bakıldığında kapitalizmin krizler üreten ve ürettiği krizlerden beslenerek sermayeyi tekelleştiren bir sistem hüviyeti kazandığı görülür. Ekonomik krizlerin arkasından büyük savaşların yaşanmasının tesadüf olamayacağı ve savaşların arkasından küresel sermayenin dünyaya yeni dayatmalarının olduğuna dair değerlendirmeler yerinde tespitlerdir.

      Devletler için ekonomik, toplumsal dengeler ve siyasal istikrar hayati önemdedir. Ekonomik krizler sadece ekonomiyi etkilemez, sosyal ve siyasal hayata etkileri belki ekonomiden daha ağır olur. Türkiye gibi ülkelerde ekonomik krizlerin seyrine bakıldığında; toplumların tasarruflarının arttığı, devletlerin kalkınma hamleleri öncesinde olduğu görülür. Krizlerden sonraki tabloya bakıldığında da; toplumların tasarruflarının yok olduğu, devletlerin toplumun refah düzeyini yükseltecek kalkınma hamleleri yapma imkanlarının kalmadığı görülür.

      Krizlerden beslenerek toplumların tasarruflarını emerek ekstre büyüyen ve tekelleşen sermayenin, krizlerle bozduğu ekonomik ve sosyal dengeleri düzeltmek için tedbirler geliştirmeye çalışan devlet yönetimlerini finansal gücüyle etkileyerek istenilen kararları aldırması, kapitalizmin benimseyip başarıyla uyguladığı bir yöntemdir.

      Kapitalizm, gelişim sürecinde üretim araçlarından başka araçlar da geliştirmiştir. Bu araçların başında fonlar, bankalar, sigortalar, gibi aracı kurumların içinde yer aldığı Finans sistemi gelmektedir. Endüstride mal ve hizmet üretiminin Batı da yoğunlaştırdığı sermaye gücü ile kapitaliz asıl etkinliğini finansal alanda göstermiştir. 19. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren sermayenin finans sermayesi ve sanayi-ticari sermayesi olarak iç, içe iki ana kategoride hareket ettiği, finans sermayesinin sanayi ve ticaret sermayesinden daha hızlı büyüdüğü görülür.

     Tarihi Sümerlere kadar uzanan Bankerlik ve Bankacılık sistemini geliştirerek, biriken sermayeyi yurt içine, yurt dışına fon (finans sermayesi) olarak arz etme yoluna gitmesi, modern tefecilik olan fon arzının, fon talep eden dünyanın her yanına akışını kolaylaştırmıştır. Fonların kullanılmasına izin verilen ülkelerde fon sahibi; tefecilerin, bankaların, sigortaların, fon pazarlayan aracı kurumların kâr oranlarının aşırı artması, finans sektörünü sanayi ve reel sektörün önüne geçirmiş; tefeci sermaye sanayi ve ticari sermayeyi kontrol altına almıştır. fonları kullanarak fon talep eden ülkelere ulaşan kapitalizm, emperyalizmi de yeni bir boyuta taşımıştır.

      Kapitalizm sayesinde üretim sahiplerinin kârlarını, sermayesini inanılmaz derecede artırması, sermaye sahiplerine, dolaylı olarak ta devletlere büyük güç kazandırdı. Güçlü devletlerin güçsüz olan devletleri sömürgeleştirmesi, sömürgecilik yarışını başlatmış, sömürge ülkelerin yer altı yer üstü zenginlikleri soyulmuştur. Bu yarış, 19 ve 20. yüzyılda büyük yıkımlara sebep olan iki dünya savaşı yaşatmış, toplumlar halen devam eden ekonomik, güvenlik ve psikososyal bunalımlara sürüklenmiştir.

       Reel sektöre katkısı sınırlı olan, ancak üretimsiz, risksiz aşırı kâr amacı güden finansal sermayenin ekonomileri krizlere sürükleme, devletlerin kasalarını soyma; toplumların emeklerini, tasarruflarını ve hatta gelecekte elde edecekleri tasarruflarını sömürme kapasitesine ve kabiliyetine sahip bir sisteme dönüşmüştür.

     

       Devletler, finansal sistemin pozitif işleyişini sağlamak için denetleyici ve planlayıcı yaklaşımla düzenleyici kurumlar inşa ederek, finans sektörünü devlet eliyle kontrol altına almaya çalışsalar da, azınlık banker ailelerin elinde tekelleşen ve küreselleşen sermayeye ülkelerin kontrolü sağlamaları, finans sektörünün kontrol altına alınması imkânsızlaşmıştır. Ülkeleri, devletleri tehdit eden, kontrolsüz yıkıcı bir güç haline dönüşmüştür. İsteklerine karşı çıkacak en güçlü ülkeyi bile yaşanmaz hale getirip cehenneme çevirecek bu gücün kontrolü büyük ölçüde sınırlı sayıda Yahudi banker ailelerin elindedir.

       Dünya finans sistemini kuran ve yöneten, küresel kapitalizmin önemli bir temsilcisi yapıdan kısaca bahsetmenin konunun anlaşılmasına sanırım yararı olacaktır.

      

       Temsilci, aslını yansıtırmış...

 

       Dünya finans hanedanlığının merkezi ‘City of London’ Birleşik krallığın başkenti Londra’da, Kraliçenin sözünün geçmediği Vatikan gibi bir şehir devletçik hüviyetindedir. Bu şehir devletçiğin hakimi, 1947 yılına kadar büyük hissedar olarak yönettiği İngiltere merkez bankasının, karşılıksız ABD dolarını basan Merkez bankası FED in büyük hissedarı, 150 nin üzerinde ülkenin merkez bankasının büyük hissedarı ve ya hissedarı; kapitalizmin pratikte temsilcisi Yahudi Roltşilt hanedanlığıdır.

      Kapitalizmin gelişim evresine rastlayan süreçte Kilisenin Hristiyanlara faizi, tefeciliği yasaklaması; İslam dininin faizi Müslümanlara haram kılması, bankerlik ve bankacılığın ağırlıkla Yahudilerin eline geçmesinde, dolayısıyla sermayenin ağırlıkla Yahudilerin elinde toplanmasında önemli rol oynamıştır.

      Bu hanedanlığı genç yaşta babasından öğrendiği bankerliği (tefeciliği), Frankfurt’ta küçük bir sermaye ile yapan Yahudi Nathen Mayer Rothschild dir (1744 – 1812) kurmuştur. İngiltere krallığı ülkesinde bankacılığın geliştirilmesi için bankerlikle uğraşan Yahudilerin İngiltere’ye gelmesini teşvik etmektedir. Genç Nathen Mayer Rothschild de bu fırsatı değerlendirerek İngiltere’ye göç eder. Avrupanın üretimin merkezi olan İngiltere de işlerini büyütür. Beş oğlunu Avrupa’nın önemli ticaret merkezlerine göndererek koordineli bir çalışmayla ve savaş malları ticaretiyle Avrupa çapında ün kazanırlar.

       1815 de Napolyon'un Birleşik Krallık ile yaptığı Waterloo Savaşı'nda İngiltere'ye savaş malzemesi kaçıran, İngiliz birliklerini finanse eden, diğer yandan da hükümetlere yüksek faizle borç vererek Avrupa'da birçok hükûmeti borçla haraca bağlayan Nathen Mayer Rothschild, Çin ile İngiltere arasında 1839-1842, 1856-1860 tarihlerinde yapılan 1. – 2. Afyon savaşlarında İngiltere’yi teşvik ve finanse ederek İngiltere’nin kazanmasını sağladıktan sonra, İngiliz hakimiyetine geçen Hong Kong’un kontrolünü de sağladığı finans karşılığı olarak o tarihte alırlar. İngiliz parlamentosuna girmeleri, kraliyetten büyük nişanlar almalarıyla da İngiltere de, kıta Avrupa’sında büyük mali gücün yanında siyasi güce de ulaşırlar.

        Uluslar arası finansın kurucusu olarak anılan tefeci Nathen Mayer Rothschild, sanayi devrimi sonrasında çeşitli Avrupa ülkelerinde, özellikle Almanya’nın bugün küresel boyutta ki, AEG, Siemenz, Bosch, gibi birçok şirketin kuruluşunu finanse etmiş; aynı zamanda Amerika kıtasına geçerek kıtanın yeraltı zenginlikleri, özellikle altın ve kıymetli madenlerini elde edebilmek için yerli katliamlarını teşvik ve finanse etmiştir.

        Buraya kadar sermayenin tekelleşmesinden, kapitalizmin küreselleşmesinden, ahlaki kaidesizliğinden bahsederken maksadımız; ne sermaye düşmanlığı, ne de anti kapitalist bir propaganda yapmak değil. Toplumları, devletleri, coğrafyaları soyan bir sistemi tanımadan, karşısına nasıl bir sistem koymanız gerektiğini bilmeniz, ortaya koyacağınız sisteme neden ihtiyaç duyulduğunun anlaşılması mümkün olmaz.

       Zihniyet olarak sınıfçı ve çatışmacı, amacı kâr olan, kârda sınır tanımayan, yarattığı krizlerle toplumları, ülkeleri soyarak büyüyen; işleyiş bakımından ahlaki zemini olmayan, orta gelir tuzağı ile Toplumsal kalkınmayı engelleyen; felsefi olarak bireysel hürriyeti, Liberalizmi, kutsayan bir sistemin nihai hedefinin, ulus devletleri yok etmek olması kapitalizmin büyük çelişkidir.

       Kapitalizm, bu çelişkisi ile ulus devletlerin hayatiyetlerini muhafaza edecek programlar, sistemler geliştirme, hayata geçirme hürriyetini kullanmaya mecbur ederken, diğer yandan alternatif sistemlere yaşama alanı vermek istememesi de paradoksudur.

      Kapitalizmin din seviyesinde kutsadığı Birey hürriyeti, girişimciliği imkan sahibi olmayan birey için kanun maddelerinden ibarettir.

Kutsadığı hürriyeti imkanı olan birey dışındakilere kanun maddelerine hapseden kapitalizm de faşizm, komünizm kadar hürriyetçidir.