ÇARE MİLLİYETÇİ-TOPLUMCU EKONOMİDİR-2

  Üç, beş ailenin elinde tekelleşen faizci kapitalist finansal sistemin idare merkezi ABD ve İngiltere olsa da vatanı yokturdur. Çünkü kapitalin çıkarı vardır. Vatanı çıkarıdır, çıkarının olduğu yerdir. Çıkarının bittiği yerde büyük bir soygun yapılmış demektir. Soygundan sonra soygun mahallinde bir saniye bile durmaz, durdurulamaz. Hangi hırsız soygundan sonra soygun mahallinde durur ki? Finansal kapitalizm, makro soygunlarıyla ekonomilerde ne düzen bırakır ne intizam. Her soygunuyla toplumların psikolojisini, ülkelerin ekonomisini, siyasetini alt-üst eder.

  Belli periyotlarda yaşadığımız ekonomik krizler, özellikle son senelerde gözümüze sokularak yapılan finansal saldırılar, Milliyetçi-Toplumcu ekonominin üretim ilişkilerinin verimliliği ve üretimin, kalkınmanın sürdürülebilirliği için öngördüğü; coğrafyamız ile kader birliği yapmış insanımızın öz kaynağı olan tasarruflarına dayalı bir finans sistemine kavuşturulmasının zaruret olduğunu; bir tuşla ülkeyi terk edip, ekonomiyi çökerten kapitalist küresel sermayenin silah olarak kullanılmasının önüne ancak öz kaynaklara dayalı bir sistem ile geçilebileceğini anlatmış olmalıdır.

  Kapitalizmin henüz küresel formata girmediği bir dönemde, 60 sene önce Milliyetçi-Toplumcu ekonomik sistemi ideolojik formatta alternatif olarak Türk milletine, İslam dünyasına hediye eden Türkeş’in ayrıcalığı ve hatta anlaşılamamasının sebebi; aydını, entellektüeli dahil toplumdan en az 50-60 sene önceyi görmesinde; akla, bilgiye dayalı düşünceler, çözümler geliştirmesindedir.

  Milliyetçi-Toplumcu ekonomik sistemin birinci modeli, Alparslan Türkeşin ortaya koyduğu model olan; Sosyal yapıların reorganizasyonu ile sosyal yapıları meydana getiren toplum kesimlerinin ücret veya maaşlarından cüzi nisbetlerde yapılacak mecburi tasarruf kesintilerinin, tasarruf fonlarında toplanarak ilgili sosyal kesimin içinden seçilmiş, yönetimler eli ile devletin gözetiminde ülke ihtiyacına göre stratejik yatırımlara yöneltilmesini öngördüğü modeldir.

Bu modelin

 Günün şartlarını ihtiva eden bir örnek üzerinden kıyaslama yapacak olursak bu modelin kazandıracağı imkanı daha iyi anlamış oluruz. TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) 2020 Eylül ayı verilerine göre SGK kapsamında olan ve kayıt dışı dahil işgücü istihdamı 27,707,000 kişidir. İstihdam dahilinde olan herkesten asgari ücretin %10 u nisbetinde yapılacak mecburi tasarruf kesintilerinin yıllık toplamı yaklaşık 6 milyar 650 milyon/ay x 12 ay = 79 milyar 800 milyon tl gibi önemli bir meblağa tekabül eder.

  Türkiyenin Otomobili Girişim Grubun’nu (TOGG) üreteceği yerli otomobil projesine dahil olan ortaklar 500 milyon euro, ortalama 4,5 milyar TL sermaye ile toplamda 22 milyar liralık bir projenin hayata geçirilmesi ile, GSMH ya 10 yılda 50 milyar euro, bugünkü kur ile 450 milyar tl katkı sağlaması, cari açığa yıllık 7 milyar dolar, bugünkü kur ile 52 milyar tl katkı sağlaması, yan sanayi ile birlikte 22 bin kişilik istihdam oluşturacağı yönündeki hesaplamalar dikkate alındığında; istihdam dahilindeki iş gücünden asgari ücretin %10 nisbetindeki cüzi tasarruflarla bir senede TOOG un yatırımının 3,5-4 katı büyüklükte bir yatırım potansiyeli yaratıldığı görülür. Bu tasarrufların, teknolojik alanlarda ve bilişim alanlarında yatırıma yöneltilmesinin Türkiyeyi nerelere taşıyacağını hayal etmek zor olmasa gerek.

  İkinci model: Türkeş'in ortaya koyduğu Milliyetçi-Toplumcu ekonomik sistemin ruhuna sadık kalarak ve “Gelişmecilik” prensibine istinad ederek, hali hazırda banka mevduat hesaplarında mevcut olan tasarrufların, kıymetli madenlerde bağlı olan yastık altı dediğimiz pasif varlıkların, yurt dışına çıkarılmış tasarrufların, yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın tasarruflarının özel hukuk kapsamında “istisnalar” yaratılarak ekonomiye aktif girişinin sağlanması amacıyla acizane geliştirdiğim bir modeldir.

  Neden bahsettiğimizin daha kolay anlaşılması için tasarrufların nasıl şekillendiğine ve “battık öldük” vaveylesı ile ortalığı velveleye veren ahmaklığı sergileme adına rakamlara bir göz atmak faydalı olacaktır.

  BDDK verilerine göre 2020 yılının Eylül ayı itibariyle Türkiye'nin banka mevduat hesaplarındaki tasarrufları 1 trilyon 958 milyar 817 milyon tl. Bugünkü kur ile takriben 265 milyar dolar, yurt dışı mevduat hesapları takriben 18 milyar dolar (yurtdışına kaçırılıp, gizli hesaplarda tutulanlar hariç). Mevduatlar toplamı takriben 283 milyar dolardır.

  İstanbul Altın Rafinerisi (İAR) verilerine göre 4500-5000 ton aralığında takriben 275-300 milyar dolar tutarında altın, ekonominin dışında yastık altında uykuya terkedilmiştir. Altına yönelen tasarrufların büyük bölümünün, faz illetinden uzak durmaya çalışan mütedeyyin muhafazakar kesime ait olduğunun altını da özellikle çizmek istiyorum.

  Mevduat hesaplarında, altına, dövize bağlanmış yastık altında uykuya terkedilmiş toplamı 600 milyar doları aşan tasarrufların yanında, gümüş ve diğer kıymetli madenlere bağlanan miktarın, altına bağlananın ¼ nisbetinde olduğunu da hiç hesaba katmadan söylemek gerekirse; Türkiyenin meselesi MADDİ değil, AKLİ’dir.

  Yandık, battık diye yıllar yılı cazgırlık yapan ahmaklar sürüsünün hiç olmazsa bir tanesinin zihninde, bu imkanların hiç olmazsa bir kısmını ekonomiye kazandırılmasına dair acaba bir düşünce oluşmuş mudur? Değme ekonomist geçinen, her şeye maydanoz şürekanın ağzından Türkiyenin 2021 yılı bütçesinin 3,5 katı olan devasa bu imkanların çeyreğini ekonomiye kazandırılmasına dair bir cümleyi acaba neden duymayız? Duyulmaz, duyamazsınız... Çünkü onlar kapitalizmin felaket tellalları, ileri karakol görevlileridir.

  Bu tablonun anlattığı gerçeği görmek zorundayız. O gerçek şudur: kapitalist soygun düzeni karşısında toplum kendini güvende hissetmemektedir ve huzursuzdur. Bu sebeple tasarruflarını yastığının altında sım sıkı saklamak kendini şartlandırmıştır. Kapitalizmin ezberlerinin dışına çıkmadan, toplumun değerleri ile, kültürü ile örtüşen bir sistemi hayata geçirmeden, toplumda ekonomik manada güven ve huzuru kalıcı hale getirmenin, yarın endişesinin önüne geçmenin mümkün olmayacağı gibi, kapitalizmin yüzyüze olduğumuz teknofaşizmi karşısında durabilmenin de mümkün olmayacağını kesin ve iddialı bir şekilde ifade etmek isterim.

  Bunca soyguna uğramış, sisteme güvenini kaybetmiş insana “altınını bozdur, dövizini bozdur ekonomiye katkıda bulun” yönlü hamasi telkinlerle, iyi niyetli söylemlerle bunu sağlamak, bu şartlanmayı kırmak mümkün değildir. Ekonominin mantığı ile de bağdaşmaz.

  Varsayalım ki; Ahmet Bey, Zeynep Hanım, altınını, dövizini bozdurdu. Ne yapacak? Götürüp bankaya faize yatıracak ve kapitalizmin kısır döngüsü başlayacak: faiz fiyatlara yansıyacak, bugüne kadar olduğu gibi enflasyonu tetikleyecek. Ahmet Bey, Zeynep Hanım böylece aldığı faizden fazlasını geri ödeyecek. Dahası faize yatırdığı parası döviz veya enflasyon karşısında eriyip gidecek.

  Peki, Ahmet Bey’i, Zeynep Hanım’ı ahmak yerine koymaya, el emeği göz nurunu, yarınlarının güvencesi olarak dişinden tırnağından artırıp kenara koyduğu tasarrufunu, kapitalizmin faiz çarkları arasında eritmeye kimin ne hakkı var? Tasarrufları ekonomiye kazandırmanın yolu bu değilldir. Tasarruflar, ekonomiye ancak Ahmet Bey’in, Zeynep Hanım’ın inancı ile, kültürü ile örtüşen, yastık altından çıkaracağı tasarruflarının iç edilmesine karşı hukukun güvencesinde olduğu, refahını yükselteceğini gözüyle gördüğü, eliyle tuttuğu inandırıcı ahlaki bir sistemin hayata geçirilmesi ile sağlanabilir. Tasarrufların tamamının ekonomiye katılması elbetteki beklenemez, ancak zaman içinde önemli miktara ulaşcaktır. Çeyreği olan 150 milyar doların aktif hale getirilmesini başaran iktidar, Türkiyenin çağa damgasını vurur.

  İkinci modelilimizi biraz daha anlaşılır hale getirirsek; Özel hukukla beşyüz otraktan, bin ortaktan az olmamak üzere, eşit haklara sahip, kapitalist sermaye oyunlarına, manüplatif yönetim cambazlıklarına karşı hukukun güvencesinde küçük tasarrufların birleşip güç olmasını sağlayacak teşvik edici istisnalarla geniş tabanlı yatırım, üretim şirketlerinin kurulmasının yolunu açarak, pasif varlıkların ekonomiye aktif katılımını sağlamak mümkündür. Yol gösterici bir- iki numune kuruluş ile sistemin gözle görülür, elle tutulur hale getirilmesi, yastık altında uyutulan devi harekete geçirmeye yeterli olacaktır.

   Birinci ve ikinci model kapsamında hayata geçirilecek işletmelerin, gene özel hukuk kapsamında bir seneden az olmamak üzere kısa süreli, beş seneden az olmamak üzere uzun süreli ortaklık statüsünde, sermayeleri nisbetinde mevduat toplamasının yolu açılarak, hem sisteme girmek isteyen tasarruflara giriş imkanı verilirken, diğer yandan daimi ek finansman kaynağı oluşturulmasıyla işletmelerin daha güçlü hale gelmeleri sağlanmalıdır. Bu imkanın yaratılmasıyla küçük tasarrufların bankalar yerine doğrudan üretime yönelmesi, faiz yükünü de azaltacaktır.

    Milliyetçi-Toplumcu ekonomik sistemin en önemli yanlarından birinin toplumcu olması bakımından Türk kültürü, İslam inancı ile örtüştüğünü daha önce belirtmiştik. Tasarrufların yukarıda bahsettiğimiz modellemeler ve hatta aynı düşünce eksenine sadık kalmak kayıt ve şartı ile oluşturulabilecek başkaca modellemelerle doğrudan mal ve hizmet üretimine yöneltilmesi, bir yandan ekonomiyi faiz yükünden kurtararak maliyetleri aşağı çekerken, diğer yandan tasarrufların enflasyon, devalüasyon karşısında aşınmasını engellemek için kıymetli madenler, rantiye, döviz gibi spekülasyon araçlarına yönelerek pasif varlıklara dönüşmesini önemli ölçüde engelleyecektir. Ayrıca bankalar, finans kurumları, fonlar aracılığı ile İslamın haram kıldığı faize yönelten kapitalist finans sisteminin karşısına, faizden daha fazla kazandıracak İslama uygun, meşru ve ahlaki alternatif bir kazanç mekanizması oluşturan bir model olması münasebetiyle, Türk ve İslam dünyasının kalkınmasına da yol gösterici numune teşkil edecektir.

   İslâm’ı, ideoloji derekesine indirgeyen İslâmcılar dışında her ideolojik yapı veya eğilim, ekonomi konusunda kendi dünya tasavvurunu yansıtan, doğru veya yanlış, bir şeyler söylemiş, hayata uyar veya uymaz, muhtelif teklifler getirmiştir. Dahildeki ve hariçteki İslâmcı geçinen ekolden ne yazık ki; “Faiz haramdır” İlahi emrinin tekrarlanmasından başka ortaya bir düşünce konmamıştır. Müslüman toplumların bankalarda, fonlarda toplanan tasarruflarının kapitalist sistemin faiz tuzağı karşısında bir cümlelik fikrin üretilmediği bir islam dünyasında İslamcılıktan bahsedilmesi, bu ekolün acınası gerçeğidir. Bir yandan “faiz haramdır” tebliğinde bulunup, diğer tarafta faizci kapitalist sistemin dümen suyunda akıntıya kürek çekmenin, Müslümanın, Müslüman mahallesinde salyangoz satması olarak görmüşümdür hep.

   Doğrudur, faiz haramdır. Faiz, islamcı geçinenler haram dediği için haram değildir; Allah (cc), Kelamı Kadimin dört Surenin yedi ayetinde (Bakara Suresinin 275. 276. 278. 279. ayetlerinde, Al-i İmran Suresinin 13. ayetinde, Nisa Suresinin 161. ayetinde, Rum Suresinin 39. Ayetinde) açık seçik haram kıldığı için haramdır. Allah, faiz almanın da vermenin de Allah'a, Peygambere savaş açmak olduğunu beyan ettiği için haramdır. Bir müslüman için faizin haram olduğunu söylemek, ancak tebliğ sorumluluğunu yerine getirilmesi olur. Elbet bu da bir şeydir, ancak Müslümanı faiz tuzağından kurtaracak, muarızlarının karşısında ekonomik yönden güçlendirecek alternatif bir yol göstermekte İslamcılığın olmazsa olmazı, olmalı değilmi?

    İslamcı geçinen dünyanın bugüne kadar faiz karşısında bulduğu yol eseftir ki; kapitalist finans mantığı ile sözde İslami, aslında muaza bir bankacılık modeli ile İslamın arkasına dolanmak olmuştur. Bu model, her ne kadar “kâr ortaklığı” “katılım bankacılığı” olarak ifade edilse de işleyiş bakımından alışveriş işlemleri evrak üzerinden yürüdüğü için yapılan alışverişler de, elde edilen kazançta muazadır. Riski diğer bankacılık sistemi gibi sıfır seviyededir. Riski olmayan, riskine ortak olmadan elde edilen kazanç, kâr olmaktan çıkar. Gerçekten kâr ortaklığı üzerine işleyen bir sistemde kâr, emtia alımı veya mal-hizmet üretimi sonucunda pazarda ortaya çıkacağından, kâr veya kazanç oranı, miktarı belirsizdir. Oysa İslami olduğu varsayılan bankalar aracılığı ile yapılan emtia alımı veya mal-hizmet üretimi için bankanın kullandırdığı miktar karşılığında ne kadar geri ödeme yapılacağı daha işe başlamadan hesaplanıp önünüze konuyorsa tam bir muazadır. Kâr ortaklığında mal-hizmet alımdan itibaren başlayan, üçüncü tarafa geçinceye kadar yaşanan maliyet zincirinin tamamına katılmayı gerektirir. Bu sistemde bu da yoktur. Mevduat sahiplerine, mevduatlarını kiraya vermeleri karşılığında belirli bir oran üzerinden para ödenmesinin faizden başka bir tanımını bilen varsa öğrenmek isterim.