BOĞAZİÇİ veya BİDEN DÖNEMİNİN DÜNYA KONJONKTÜRÜ

   ABD seçimlerinde Joe Biden’i başkanlığa taşıyan güçlerin dünyayı nasıl bir konjonktüre taşıyacağı üç aşağı, beş yukarı netleşmeye başladı. Aslında nasıl bir konjonktür yaratılacağının işareti, ABD seçimleri öncesinde pandemi ile verilmişti. Büyük sıfırlama için büyük kaos gerekmekteydi... Merak konusu olan sa; öne çıkan hedef devletlere veya devlet adamlarına karşı hangi metotlarla yaklaşılacağı; devletlerin nasıl bir bloklaşmaya yönelebileceği veya yöneltileceği husus idi.

   Olanları, muhtemel olacakları kavramak bakımından önce hedef devletler ve devlet adamları konusuna kısaca göz atmamız zannediyorum yerinde olur. Bu konuda bize en net tabloyu, Biden’i başkanlığa taşıyan güçlerin başında gelen Pentagon'un, Almanya'da yayınlanan dergisi Der Spiegel’in 9 Haziran 2018 tarihli 24. sayısının kapağı vermekte. Dergi kapağı deyip geçemezsiniz, zira gazetelerin manşetleri, dergilerin kapakları önemlidir. TİME, Der Spiegele gib büyük güçlerin kontrolündeki operasyonel dergilerin kapakları çok daha önemlidir.

    Der Spiegele, kapağında birinci planda Donald Trump, ikinci planda Rusya devlet başkanı Vladimir Putin, üçüncü planda Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve dördüncü planda Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i “otokratlar” olarak yaftalamış, global kapitalizmin yeni dünya düzeni için aşılması gereken engeller olduğu mesajını vermişti.

   Kendi hatalarından da istifade ederek Trump’u halletmeleri zor olmadı. Şi Cinping’e Çin'in siyasi rejimi itibariyle müdahale imkanı zor görünse de yok değil. Sırada Rusya, Türkiye ve tabi Putin ve Erdoğan var.

   Biden’in seçilmesinin netlik kazanmasıyla birlikte yeni konjonktüre göre kurulmuş olan zembereğin Rusya'da ve Türkiyede işlemeye başladığını görüyoruz.

   AB liderliğini Fransa'ya kaptırmak istemeyen, sarı yelekliler provokasyonu ile Fransa ekonomisinin belini kıran, sokakları karıştıracak yeteneğe, altyapıya sahip olduğu bilinen CIA’nın stepnesi Alman istihbarat organı BND (Bundesnachrichtendienst), Rusya’da, eşinden başkasının tanımadığı Aleksey Navalnıy, Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesine yapılan rektör ataması üzerinden, Türk toplumunun ahlaki ölçülerinden uzak LGBTİ gibi marjinalleri öne çıkararak, üniversitede yaratılan kargaşanın, provokasyonun sokağa taşınma gayretleri, Rusya ve Türkiye'nin hedefe konduğunun net göstergesidir.

    Akıllara neden Almanya veya BND? sorusu gelebilir.

    Neden Almanya ve BND sorusunun anlaşılması için kısa bir kaç başlık sanırım yeterli olur.

  1- Türkiye'nin içinde Almanya'nın kolu en az CIA kadar uzundur. Özellikle halk ve marjinal kesimlerin içinde.

  2- Dış istihbaratta CIA nın kolu veya taşeronu durumundadır. Türkiyenin her şekilde kaosa girmesi CIA nın BND den birinci isteğidir.

  3- Sokak organizasyonlarında CIA dan daha başarılıdır. Erzincan, Çorum, K. Maraş, Sivas-Madımak, İstanbul-Gazi mahallesi olayları ile Türkiyede, Polonyada, Bosna-Hersek'te, en son da Fransa'da bu başarısı görüldü.

  4- Elinin altındaki bazı AB ülkelerini ileri süren Alanya, Türkiyeyi kıta Avrupasında istemeyen başat ülkedir.

  5- Almanya'nın Doğu Akdeniz, Bir kuşak bir yol projesi, Ortadoğu (Suriye, Irak), Libya ve AB ye gitmek isteyen mülteciler gibi konularda, Türkiyeden talep ve beklentileri sebebiyle Almanya ve dolayısıyla BND.

    Almanya'nın, bu hamlesiyle bir yandan ABD ye taşeronluk, yancılık yaparken, İngiltere, Fransa karşısında rol çalma peşinde olduğunu, diğer yandan Doğu Akdeniz, Yeni İpek yolu, Ortadoğu, Libya ve korkulu rüyası Mülteci göçü konularında Türkiyeden olan taleplerini elde etmek istediğini görmemek için saf olmak gerek.

    Stratejik örgütlerin ihtisaslaştığı eylem yöntemleri vardır. BND, sol jargona yerleşmiş çoban ateşi taktiğini kullanmasıyla bilinir. Din, mezhep, etnik, bölge, hassasiyeti olan küçük gruplar organize edip, bu gurupları eş zamanlı hareketlendirerek geniş kitlelerin hareketlendiği algısı yaratıp, büyük gurupları hareketlendirme yolunu kullanmıştır hep. Bu hareketlenmeyi zamana yayarak organize ettiği marjinal gurupların moralini yükseltirken, hak arasından olacak katılımlarla gücünü, direncini artırırken, Devleti acz içinde göstermek ister. Olayların uzamasıyla kargaşadan hoşlanmayan geniş kitlelerde psikolojik yorgunluk yarattığı gibi ekonomiye de büyük zararı olur. Zaten maksat da halka ve devlete zarar vermek, devlete, iktidara karşı memnuniyetsizliği körüklemektir...

    1980 öncesinde çalışmalarını ağırlıklı olarak üniversitelerde marjinal sol guruplar, etnik yapılar, mezhepçilik ve özellikle de işçi ve sendikalar üzerinden Türkiyeye verdiği zarar hesaplanacak gibi değil.

    BND nin Almanyada yaşayan alevi vatandaşlarımızın arasına fitne sokup, Alisiz alevilik çalışmalarını, Sünnilerin arasında yarattığı tarikat çekişmelerini Türkiye'ye ihraç ettigini, tarafları kışkırttığını, C. Kaplan namlı zirzopu yemleyip, yelleyip “Anadolu federe İslam devleti" adı altında sözde bir devlet kurdurduğunu, Türkiyeyi kana bulayan sol ve bölücü örgüt kadrolarına, FETÖ'ye kucak açıp finanse edip sığınma hakkı verdiğini, sözde şeriatçı dangalakları aynı şekilde finanse edip koruduğunu bilmeyen yoktur.

   Tabi ki Gezi olayları ile Türkiyeye hem siyasi hem sosyolojik hem de ekonomik yönden verdiği büyük zararı, belleğimizin görülecek hesaplar hanesine, silinmeyecek şekilde kaydetmemiz gerekir...

   1980 öncesinde bir işyerinde eylem yapılacaksa işyeri, işçi tulumu giymiş öğrenciler, ya da işyeri ile ilgisi olmayan bindirilmiş kıtalarla işgale uğrar, talan edilirdi. Okullar, üniversiteler içinde aynı durum geçerliydi. Koltuğuna bir kitap, defter sıkıştırılan işçi veya aylaklar sürüsü, öğrenci gibi okulların işgalinde kullanılır, okullar, anfiler talan edilirdi. Demokratik haklar, özerklik, solculuk, devrimcilik, kürtçülük, Marksizm, şeriatçılık, mezhepçilik CIA/BND nin dün kullanışlı maskeleriydi. 1980 sonrası demokrasi, insan hakları, çevrecilik, LGBTİ, sosyal demokratlık vs. gibi topluma daha şirin görünen yeni maskeler üretildi.

    Biz bu oyunu en küçük repliğine, oyuncularını en küçük mimiğine kadar tanıyoruz. Maskeler değişse de taktiğin değişmediğini dün gezi olaylarında gördük, bugün BÜ de görüyoruz.

    İleri karakol olarak kurulan Robert Kolej, 1971 yılında üniversiteye dönüşüp, mülkiyeti devlete geçmiş olsa da, kuruluş gayesi olan beyazlaştırma görevini sürdürmüştür. Bu dönüşüm ileri karakola iki avantaj sağlamıştır; ABD den karşılanan ileri karakol çalışmalarının faturası Türkiyeye yüklenmiş, beyazlaştırma, akademik özerkliğe kavuşmuştur. Rektör ataması üzerinden yürüyen kavganın geri planında akademik özerklik perdesi altında kurulan “kast” sisteminin yıkılma, sapkınlığın kurtarılmış(1) bölgesini kaybetme korkusunun olduğu ortada.

     BÜ rektör ataması üzerinden bir kaşık suda kopartılan fırtınanın bir de matematik boyutuna bakalım. 2020-2021 ders yılında 3 321 lisansüstü, 12 912 lisans öğrencisi olmak üzere toplam 16 233 öğrencisi var. 1 Şubatta 108 kişi BÜ de sözde demokratik eylem adı altın da Rektörlük binasını işgale yeltendi. 108 kişinin sadece 7 si okul öğrencisi. 101 kişinin okulla uzak yakın ilgisinin olmadığı, 101 kişinin 59 unun da öğrencilik ile ilgisinin olmadığı tespit edilmiş. Bu 101 kişinin bir tanesi bile muhitin insanı değil ki, yoldan geçerken uğramış olsunlar.

    Bugüne kadar okul içinde eylemlere katılan öğrenci sayısının 450-500 aralığında olduğu, zaman zaman tahriklere kapılıp okul içinde spontane eylem yapanların 150-200 ü bulmadığı basına yansıdığı gibi, irtibatımızdanda teyidini alıyoruz. Görüldüğü gibi matematik işin içine girince kışkırtıcılar, provakatörler, bağlantılar, kendiliğinden ortaya çıkıyor.

    Rektör yardımcılığını kabul ettiği için dünya çapında bir bilim adamını aforoz eden sözden demokrat, özde CIA/BND hizmetkarı hocaların ve demokratlık adı altında yapılanların ne menem demokrat oldukları ortada. Dahil oldukları “kast” sistemini korumak, sapkınlığın kurtarılmış(!) bölgesini elde tutmak için öğrencileri devlete karşı kışkırtan, meslektaşlarına siyasi linç yapanların, ne bilim adına, ne insanlık adına söyleyecekleri sözün bir değeri kalmamıştır. Rektör yardımcısı bir ilim adamına karşı takındıkları bu insanlık dışı, ahlak dışı tavrı lanetliyorum.

    Her zaman devlete, millete düşmanlık edenlerle, her türlü sapkınlıkla kol kola gördüğümüz malum siyasi zihniyete ve kışkırtıcı yancılarına, toplum vicdanı karşılığını elbet verecektir.

    DHKP-C nin peşine takılıp, siyasi rant peşinde FETÖ/PKK nın sözcülüğüne soyunan, Dev-Genç li Kemalin yamacında dününü inkar edercesine LGBT+İ ile saf tutanlara bir hatırlatmada bulunmak isterim; Hal saridir... Millet bunun adını koyarsa ömrünüzün sonuna kadar öz adınız olur.