Devlet, toplumsal düzeni ve sosyal istikrarı sağlayan kurumlar bütünü olup toplumsal düzeni sağlayacak olan kural ve kanunları belirleyen ve uygulayan bir yapıdır! Türk Milleti içinse Devlet; İlaveten; vatandır, bağımsızlıktır, kimliktir, devamlılıktır, gururdur, şereftir!

   Devletin yapısal durumunu değiştirmeye yönelik her türlü eylem ve girişim bilerek ya da bilmeyerek Devleti ele geçirmektir! Yapısal duruma yapılan bu müdahale, toplumsal düzeni sağlayan ve toplumun tamamını kapsayan Devleti; Parti Devleti, Tarikat Devleti, belirli bir zümrenin temsil ettiği düşüncenin alt kimliği haline dönüştürür! Bu da son derece tehlikeli bir ayrışmaya, toplum içerisinde kutuplaşmaya kadar gider! Dolayısıyla; her türlü muhalif söylem ve farklı düşünceye sahip olan bireyler hainlikle itham edilebilme tehlikesine karşı sessizliğe bürünmeyi tercih edebilir. Bu da, çok sesli demokratik yönetim anlayışının totaliter bir yönetim anlayışı ile ortadan kaldırılması anlamına gelir!

   Geçmişten günümüze iktidar olan her siyasi parti; Devleti, Parti Devleti haline dönüştürdü! Bu durum; CHP döneminde, devamında ve günümüzde hiç değişmedi! Devletin kurum ve kuruluşları; Liyakati değil sadakati, vatandaşlık kimliğini değil siyasi parti üyeliğini sordular, sorguladılar! Demokrasi ile bağdaşmayan bu durum, kronik bir rahatsızlık, kabullenilmiş bir alışkanlık olarak süregeldi!

   Toplum olarak, sistemin ve rejimin içinde kalan Parti Devleti kavramını meta-zoru kabullenmişken; son 37 yıllık dönemde yeni bir girişime, ele geçirme ve işgal girişimine tanıklık ettik! Sessiz ve derinden yürütülen bu sızma hareketinin muhatabı ise tarikatlar ve cemaatler oldu! Partilerin oy deposu olarak gördüğü bu cemaat ve tarikatlar hangi renge bürüneceklerine, hangi partiyi tercih edeceklerine kapalı kapılar ardında yürütülen pazarlıklar sonucunda karar veriyor, tabanı da verilen bu kararlara göre konsolide ediyorlardı! Başlangıçta; küçük menfaatler, ihaleler, makam mevkii ve yönetimde söz sahibi olmak gibi talepleri olan bu zümreler; devamında yönetimin kendisi olmak! Devlet olmak! Devleti ele geçirmek gibi emellerinin peşinden koşmaya başladılar!

   İlk girişimlerini ise; 15 Temmuz 2016 tarihinde hayata geçirdiler, ama başaramadılar! Hızla sistemden tasfiye edildiler… Devletin öylesine stratejik kurum ve kuruluşlarına sızmışlardı ki; taleplerine ulaşmaları için parmaklarını şıklatmaları yetiyordu! Bu durum diğer cemaat ve tarikatların iştahını kabarttı! Onlardan boşalan yerleri takiye yapmak sureti ile doldurma gayreti ve yarışı içine girdiler! Kamu kurum ve kuruluşları cemaatler ve tarikatlar arasında paylaşılmaya başlandı! Yağmurdan kaçarken doluya yakalanma deyimin tam olarak karşılığı da bu oldu!

   İçinde bulunduğumuz zaman diliminde; içeride ve dışarıda siyasi ve ekonomik mücadele içerisinde olan DEVLET, BEKAsına odaklanmışken, asıl tehlikeyi gözden kaçırıyor! Çünkü faaliyetlerini sinsice yürüten uzaktan kumandalı tarikat ve cemaatlerin asıl hedefi; Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, demokrasi ve Atatürk üzerinden Türk Milleti ile olan hesaplaşmalarıdır! Şayet gerekli önlemler alınmayacak olursa; HAK’dan dem vurup YOLunu bulmaya çalışanları sistemden tasfiye etmek FETÖ kadar kolay olmaya bilir!

   Bu tehlikenin önüne geçmek de ancak; Devletin Bekasına adanacak koç olmak varken şeyhinin sofrasına kuzu olanların eğitilip kafasını değiştirmekle! Bu kirli çarkın dişlilerine çomak sokmakla! Kangren olmuş yapıyı kesip atmakla! Boşluk bırakmayacak şekilde bu zihniyetin tasfiyesi ile! Yeni projeler ve fikirlerle, sosyo-ekonomik yapıyı düzenleyici ve iyileştirici politikalar ve liyakat ile Parti Devleti kavramından sıyrılıp, sadece Devleti yönetmeye odaklanmakla, kısacası “Fabrika Ayarlarına” dönmekle! Mümkündür…

Saygılarımla,

                            Ferhat BOZER