Ali Güngör’ü rahmetle anarken ve ona olan saygı ve sevgimizi her yıl hatırlatırken bir şeyi eksik bırakıyoruz diye düşünüyorum. Onun bir tavır ve duruş adamı olarak verdiği kavganın anlamı ile karşı durduğu “güç” üzerine bugünlere de ışık olacak analizler yapmıyor, kafa yormuyor, tartışmıyoruz...

Sadece bir Toros yörüğünün, delikanlı dik duruşu ile “Ülkücü” olmanın gereğini cesurca yaptığını söylemekle yetinmemeliyiz. Ali Güngör’ün itirazlarında örtülen ikinci bir gerçeği de işaret etmemiz gerekiyor.

Rahmetli Ali Güngör’ün Sn. Bahçeli ile şahsi bir çekişmesi yoktu ve hiç bir zaman da olmamıştır.

12 Eylül sonrasında Ülkücü Hareketin yaralarının sarılması, kaçakların, cezaevinde olanların ve geride bıraktıkları ailelerinin sorunları ile maddi, manevi ilgilenme konusunda beş yıl gayri resmî bir yapıda üç kişi birlikte çalışmışlardı. Üçüncü kişi rahmetli Yılmaz Saka idi.

MAYAŞ’ın kuruluşunda birlikte idiler.

Bu dönemde ilkesel olarak ve görev konusunda hiç bir ciddi ihtilaflarına şahit olunmamıştır.

1999 seçimleri sonrası Sn.Bahçeli’nin DSP ile koalisyon ısrarı ve sonrasında gelişen olaylarda “stratejik” olarak çok önemli olan ve bu günlere kadar etkileri devam eden aşağıdaki başlıklarda yer alan kararlarda karşı karşıya gelmişler ve en sonunda da Sn. Bahçeli Ali Güngör’ü parti disiplinine uymamak suçu ile MHP’den ihraç etmiştir.

Rahmetli Ali Güngör şu başlıklar altında itiraz ve karşı duruş ortaya koymuştur.

1- DSP ile koalisyonu yanlış bulmuştur.

2-İkiz yasaların imzalanmasına karşı olmuştur.

3-Bölücü Kürtçü çetelerin affına itiraz etmiş ve TBMM’de sert bir konuşma yapmıştır.

4-Bölücü Başı Apo’nun idamının ertelenmesine karşı çıkmıştır.

Ali Güngör Ocak 2001’de MHP’den ihraç edilmiştir.

Temmuz 2001’de de KEMAL DERVİŞ’e ülkenin hazinesi, ekonomisi telim edilmiştir.

15 günde 15 Anayasa değişikliği şartını göreve gelmeden önce ortaya koyan DERVİŞ’in ilk işi ULUSLARARASI TAHKİM’i hükümete imzalatıp TBMM’de onaylatmak olmuştur.

İKİZ YASALAR ve TAHKİMİN TÜRKİYE’ye nelere mal olduğunu ve olamaya devam edeceğini tartışmayacağım.

Sadece İkiz yasalar ile ilgili bir bilgiyi hatırlatmak istiyorum.

İkiz yasalar diye isimlendirilen AB uyum yasaları, 34 yıldır ABD ve AB’nin isteği ile  imzalanmak içinbekletiliyordu.1967 yılından beri !..

Ne darbe dönemlerinde, ne DEMİREL ve ne de ÖZAL dönemlerinde, 12 Eylül dönemleri de  dahil hiç bir hükümet bu yasaları asla imzalamak istemedi.

Çünkü bu yasada aşağıdaki hükmü kabul etmemiz isteniyordu.

“...kendini halk olarak tanımlayanlar, kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir…”

Bu hakkın uluslararası bir anlaşma kapsamında kabulü ile ülkenin parçalanması için gerekli ilk yasal adımın atılması ve ayrılıkçı unsurların “Uluslararası Güçlerce” desteklenmesinin ilk garantisinin uluslararası bir yasal zemine kavuşturulmasının kabulü edilmesi demekti.

İşte 57.Hükümet döneminde ECEVİT, YILMAZ ve BAHÇELİNİN izni ile bu yasaların kabulünü imzalayan AB nezdindeki büyük elçimiz Volkan VURAL olmuş, fakat yasa üç yıl daha sümen altında tutulmuş 2003 yılında AKP İktidarında Sn.ERDOĞAN tarafından yürürlüğe konulmuştur.

Ali Güngör’ün en şiddetli itirazı ve isyanı bu yasaların Volkan Vural tarafından imzalanmasını öğrendiği zaman olmuş ve hemen Bahçeli’nin odasına giderek “Haberiniz var mı?” diye sormuştu.

Haberi olduğunu öğrenince yıkılmış, “ Türk Milleti, ne sizi ne de bizleri asla affetmez “ dediğinde ...

“ Unuturlar Ali ağa unuturlar merak “ etme cevabını almıştı.

Ali Güngör bir Ülkücü ve bir Türk Milliyetçisi olarak bu haklı itirazında ve diğer karşı duruşlarında acaba sadece Sn. Bahçeliye mi muhalefet etmişti?

Elbette ki hayır!..

Aslında Sn.Bahçeli’yi ikna eden “vasat akıllı devlet bürokrasisine” ve onun aldığı siyasi kararlara karşı durmuştu.

Bu kararların hepsi “Devlet” katında alınmıştı çünkü!..

Devlet katında görülen ve Sn.Bahçeli’yi ikna eden gerekçe ne idi ?

Bu gerekçe haklı ve doğru mu idi?

Ali Güngör’ü anlamak ve verdiği mücadeleyi anlamlaştırmak işte bu paradoksu çözmemize bağlı.

1991 yılında SSCB’nin dağılması ile birlikte BATI’nin silahlı gücü NATO’nun tehdit değerlendirilmesi değişti. Türkiye dost ve müttefik ülke konumundan çıkarılarak BOP projesi kapsamında  hedef ülke konumuna getirildi. NATO’nun tatbikatlarında ki renkler bile değişti.

Dost kuvvetler yine mavi kaldı. Fakat düşman kuvvetler kırmızıdan yeşile çevrildi.

Türkiye’nin “güvenlik bürokrasisi, sermaye çevreleri, siyasi etkin güç odakları”ne olduğunu ve nelerin olabileceğini görmekte ve kestirmekte o günlerde çok zorlandı.

BATI, aslında üniter yapıda ki  Türkiye’den çoktan vazgeçmişti ve yeni planlarının hedefi yapmıştı. Fakat bizdeki “vasat akıllı devlet” aklı ve Batıcı” mankurtlar hala bir ümitle SSCB sonrasında da ABD ve BATI ile eski “mutlu mesut (!)” günlerdeki gibi bir işbirliğine dönebileceğimizi sanıyor ve  o ümitle “Batının” sahte işaretlerine her zaman kanmaya hazır bekliyorlardı.

57.Hükümetin DSP-MHP- ANAP ile kurulmasının da, sağın birinci partisi olmasına rağmen Sn.Devlet Bahçeli’nin başbakanlığı kabul etmeyerek Ecevit’in liderliğini kabul etmesi de böyle bir işarete inanan, “vasat akıllı devletin” kararları idi.

Koşarak “BATI” ile işleri düzeltme ümit ve sevdası ile “ABD ve AB’nin” ipine sarıldılar.

İkiz yasalar,

Apo’nun idamının önlenmesi,

Dervişin, olağanüstü yetkilerle donatılarak kabulü,

Özelleştirmelerde devletin simgesel kuruluşlarının satılması,

Tahkim yasaları,

Batı sermayesine “kapitülasyonlar” döneminde olduğu gibi uluslararası güvence kazandırılması !..

Hepsi adım adım ileride Türkiye’nin üniter yapısının bozularak vatan bütünlüğünü ve milli birliğini hedef alan uygulamalar olarak devreye girdi.

“Vasat akıllı devlet bürokrasisi” ve “mankurt Sermaye ilebasın ve akademisyen takımı” hepsi bir oldu

— “ABD ve AB’den kopamayız—” sloganı ile “Fareli köyün kavalcısı gibi “Batı’nın” bu taleplerinin peşine yakıldılar.

İşte Ali Güngör’ün ve o gün sesini duyuramayan binlerce Ülkücünün itirazları ve muhalefetleri sanki yalnız parti içi Sn.Bahçeliye muhalefetmiş gibi algılandı.

Aslında mesele “Parti” değil, “Vatandı” ve “ Türk Milletinin” istikbali idi.

ABD ve AB’nin talepleri bunlarla bitmedi. Bunlar daha sonra ki planları için sadece bir başlangıçtı.

Derviş ile “Anayasa” değişikliklerini tamamladıkları birinci devrenin peşinden, “fil avındaki siyahi” durumuna düşürdükleri 57. Hükümeti dağıttılar.

Aynen “Batı” böyle istiyor diyerek 57.Hükümete yaptırdıkları işlerde olduğu gibi,SSCB’nin yıkılması ile kafası karışan “vasat akıllı devlet bürokrasisi ile  mankurt sermaye ve “Batıcı” işbirlikçiler bu sefer yine Batı’nın işaret ve göz kırpması ile “siyasal islamcıların” kayığına binerek, BOP projesinin çarklarından biri oldular.

ABD ile AB’nin tuzaklarla dolu denizine FETÖ’nün kılavuz kaptanlığında yelken açtılar.

Fili avlayacak “Beyaz Adam” olan AK Partinin önüne kırmızı halılar sererek, çaşıtlarını sızdırdığı “Siyasi İslamcılara” iktidar yolunu açtılar.

FETÖ’nün kılavuzluğunda “vesayetten” kurtulma naraları atan “Siyasi İslamcılar”  ile birliktekadar bugünlere gelindi.

Liberaller, Sosyalist eskileri, “Batıcı Mankurtlar” hepsi bir cepheye dizilmişti.

Bugün, sermayesi “Batılı” tefecilerin boyunduruğunda ve dört cephede savaş durumunda kalmış bir Türkiye bu sürecin sonucudur.

Ve bu düştüğümüz hal, gaflete sarılmış ihanet dolmalarını yiyen yetersiz “vasatların” ve ruhunu beynini satmış “mankurtların” eseridir!..

İşte ALİ GÜNGÖR bu sürece teslim olmayan, siyasi ikbal ve şahsi çıkar hesabını aklından bile geçirmeyen, “Ülkücü değerlerin” örnek temsilcisidir.

Ve o gün ki MHP parti yönetimi ile parlemento grubu içinde yalnız kalmış birsavaşçıdır.

O gün, Ali Güngör’ün ihracına ve gördüğü muameleye isyan etmeyen, bu yanlışı genel başkan katında seslendirip gerekli tavrı göstermeyen bakanlar ve vekiller ile parti yöneticileri maalesef teker teker aynı muameleye ve tasfiyeye daha sonraki günlerde muhatap oldular.

Ve arkalarında ALİ GÜNGÖR gibi onurlu, onunla omuz omuza vererek haysiyetle, şerefle hatırlanacak bir hatıra bırakmadan !...

O günlerde Türkiye’ye kurulan tuzak bugün olduğu kadarnet ve açık görülmese bile “Ülkücü Fıtrat” ve “Ülkücü Refleks” ALİ GÜNGÖR’ün şahsında varlığını korumuş ve göstermiştir.

Bu dik duruş, “Ülkücü Hareketin” nesillere emanet taşıdığı, Türk Milletinin istiklal ve istikbalinin teminatı olan binlerce yıllık tertemiz “mayasının” işaretidir.

Bugüne geldiğimizde ALİ GÜNGÖR’ü anlamanın ve onun hatırasına, gerçekten saygı duymanın ilk adımı, şuurlu ve fedakar bir duruşla MHP’yi Sn. Bahçeli sonrasında “vasat akıllı devlet güvenlik bürokrasisi” vesayetinden kurtarmak ve “devletten yana olmak sosu” ile konserve edilerek lazım olduğunda konulduğu raftan indirmek  niyet ve çabası içinde olanlara asla artık fırsat vermemektir..

Yıllar önce Haberhergün’de bir yazı yazmıştım.

Sn.Devlet Bahçeli hiç bir zamanilk ilan ettiği doğrudan ve verdiği sözden dönmedi demiştim..

“Önce Devletim ve Milletim sonra Partim ve ben” dedi ve sözünde durdu.

Ah birde bu sözü verdiği “vasat akıllı devletin” yetkinliğini ve neyi doğru neyi yanlış yaptığını sorgulayıp görebilseydi!..

Ali Güngör gibi onurlu ve haysiyetli dik duruşların her “Ülkücüyüm” diyene  nasip olması duasıyla,

ALİ GÜNGÖR abimize sonsuz rahmetler dilerim.

Mekanı Cennet olsun İnşallah.

                                                                                                                                 HAKKI ŞAFAK SES