1920’ler ile 1930’ların ilk yarısında, Uygur bölgesi tamamen Çinli savaş ağalarının ve kural tanımaz çetelerin denetimi altındaydı. Huiler[yerel Çinli Müslümanlar], Uygur Türkleri ve Moğollar, bu dönemde ağır vergi yükleri, gasp ve cinayetlerle yüz yüze kaldılar. Çing Hanedanı, etnik ve dinî gruplara bu türden baskılar uygulamadığından, yeni dönem her halk için ayrı zorlukları beraberinde getirmişti. Tüm bu gruplar arasında çekişmeler ve çaprazlama ittifaklar da oldukça yaygındı. Yaşanan çatışmaların üstüne, Uygur bölgesinde depremler, kuraklık ve açlık da hiç eksik olmadı.

BAĞIMSIZ BİR DEVLET DÜŞÜNÜLÜYORDU

Uzun ve kanlı bir çatışma döneminin ardından, 12 Kasım 1933’te Kaşgâr’da toplanan Uygur ileri gelenleri, “Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti”nin kuruluşunu ilân ettiler. İslâm ortak paydasına dayalı bir yönetim oluşturma konusunda, bu ilk örnek değildi. 1864-1877 yılları arasında, Yakub Beğ adlı yerel yöneticinin Uygur bölgesinin güneyinde kurduğu bağımsız hanlık, birçok kaynakta Uygurların Türk-İslâm kimliğinin uyanışında ve siyasî bilinçlenmesinde önemli bir aşamaydı. Yakub Beğ’in Osmanlı, İngiltere, Rusya ve Afganistan’la kurduğu diplomatik ilişkiler, ilerde Uygur bölgesinin tamamının bağımsız bir devlete dönüşebileceğini düşündürüyordu.

Emirülmüminin  Atalık Gazi Yakub Beğ’in (1820-1877) kurduğu bağımsız hanlık, Uygur Türklerinin özgürlük mücadelesi  için  ilham olmuştu.

İKİ İSİMLİ CUMHURİYET KURULDU

1877’de Çing yönetiminin önemli askerlerinden Zuo Zongtang’ın komutasında bir ordu Uygur bölgesine gönderildi ve Yakub Beğ’in kurduğu yönetim tarihe karıştı. Yakub Beğ’in kendisi de, merkezi yönetimin saldırıları sırasında hayatını kaybetti.

Kısa süreli bu bağımsız devletin ilhamını içlerinde hep taşıyan Uygurlar, 1933’te yeniden bağımsız bir cumhuriyetin kuruluşunu dünyaya duyururken heyecanlı ve umutluydular. “Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti” ve “Uyguristan Cumhuriyeti” adlarını taşıyordu.

Batılı bir devlet gibi organize edilen “Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti”, modern çağdaki benzerleri gibi bir bayrağa, bir anayasaya ve millî marşa sahipti. Millî marşın sözlerinde, kurulan cumhuriyetin, “Türk halkının ana vatanı” olduğu vurgulanıyordu. Kurucu kadrosu ise din adamları yerine, tüccar ve eğitmenlerden oluşuyordu. Kaşgâr’da 1885’te kurulan, daha sonra ise eğitimlerini derinleştirmeleri için İstanbul, Kazan ve St. Petersburg gibi merkezlere gönderen ilk İslâmî okulların öğrencileri, böylece memleketlerine siyasî bir proje kazandırmış oluyorlardı.

Cumhuriyet yönetiminin ilk toplantısında Sabit DamullaAbdulbaki başbakanlığa, Hoca Niyaz Hacı da cumhurbaşkanlığına getirildi. Siyasî kadroda Hoten emirlerinin en yaşlısı Emin Buğra ile kardeşleri Abdullah ve Nur Ahmed de yer alıyordu. Başbakan Sabit Damulla, o yıl hacdan yeni dönmüştü ve Mısır’la Türkiye’de yaşanan “modernleşme” süreçlerinin hayranıydı. Kurulan meclisin başkanı ise, Türkiye’de de yakından tanınan İsa Yusuf Alptekin’di (1901-1995).

Hoca Niyaz Hacı, cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı ilk konuşmada, Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin temel felsefesini oluşturan beş prensibi sıraladı:

1. Bütün Uygur bölgesi, Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin bir parçasıdır.

2. Hükümet ve ekonomi, tamamen Uygurların kontrolünde olacaktır.

Doğu Türkistan’da Uygur Müslümanlar hüzünlü... Doğu Türkistan’da Uygur Müslümanlar hüzünlü...

3. Doğu Türkistan’ın baskı altında tutulan bütün halkları şimdi eğitim ve ticaret alanında tamamen özgürdür.

4. Cumhurbaşkanı, tamamen halkın huzur ve mutluluğuna odaklanmış bir hükümetin kurulmasına öncülük edecektir.

5. Cumhuriyet, bütün kurumlarıyla, diğer modernleşmekte olan toplumlara yetişmeye çabalayacaktır.

Kuruluşundaki birlik görüntüsüne rağmen, kısa süre sonra kurucu kadro arasında fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Devletin İslâmî kimliğinin tonu, Sovyetler Birliği’nin müdahalelerine karşı tavır ve dış siyasette takip edilecek üslup gibi temel konularda yaşanan bu ayrılıklar, cumhuriyetin üzerine kurulduğu birlik ruhunu sarsacak boyutlara ulaştı.

İSLAM CUMHURİYETİ TARİHE KARIŞTI

1934’ün ilk aylarında Doğu Türkistan, hem içeriden hem de dışarıdan çeşitli tehditler altındaydı. Kendisine yerel kuvvetlerden oluşan bir ordu kuran Müslüman Çinli komutan Ma Zhongying’in, Turfan’ı ele geçirdikten sonra Urumçi’ye doğru ilerlemesi, bölgedeki merkezi hükümete bağlı yönetimi telaşlandırdı. Bölge valisi olarak atanan Sheng Shicai, Ma’nın ilerleyişinden endişe ederek Sovyetler Birliği’nden yardım istedi. Kızıl Ordu’ya bağlı iki tugay, Uygur topraklarına giriş yapınca, Ma’nın ordusu da mutlak bir yenilgiden kaçarak Hoten’e saldırdı. Ardından Kaşgâr’a girerek Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti ordusunu yenen Ma’nın birlikleri, böylece 6 Şubat 1934’te cumhuriyetin tarihe karışmasına yol açtı.

İKİNCİ DOĞU TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ

Tarihler  12 Kasım 1944’u gösterirken ikinci defa  Uygur  bölgesinin  Kazakistan  sınırındaki  Gulca kasabasında, “İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti” kuruldu. Sovyetler Birliği’nin desteğiyle kurulan bu yeni cumhuriyet, komünistlerin İslâm’la ilgili olumsuz şöhretinden ötürü, İslâm’la bağını daha güçlü şekilde vurgulama ihtiyacı hissetti. Ancak yine de resmi isminde “İslâm Cumhuriyeti” ibaresi yer almadı. 1933’teki ilk cumhuriyeti menfaatlerine aykırı bulan Sovyet yönetimi, 11 yıl sonra, bu defa Çin topraklarında kurulacak bir Türk devletini desteklemeyi seçmişti. Uygurlara Sovyet desteğine dair herhangi bir kanıt bulunmasa da, ekonomik anlamda yaşadıkları rahatlık, silah ve teçhizat bulma hızı, siyasal yapılanmadaki başarı ve sürat, Moskova’dan profesyonel yardım alındığını akıllara getiriyordu.

İlk dönemde millî ve İslâmî bir yapı arz eden Doğu Türkistan Cumhuriyeti, kısa süre sonra Sovyetler Birliği’nin müdahaleleriyle karşı karşıya kaldı. Ahmetcan Kasımi’nin yönetime dâhil olmasının ardından, Alihan Töre 1946 yılında Sovyet temsilciliğine davet edilmesinin ardından ortadan kayboldu. Töre, 1976’daki Özbekistan’ın başkenti Taşkent’teki vefatına kadar, ev hapsinde yaşayacaktı. Töre’nin ardından, Sovyetler Birliği yanlısı komünist Ahmetcan Kasımi, cumhurbaşkanlığına getirildi.

Çin’de bu süreçte devam etmekte olan milliyetçi-komünist çatışmaları sırasında, Ahmetcan Kasımi, milliyetçilerle anlaşmaya vardı. Urumçi merkezli bir koalisyon kurularak komünistler, Çin yanlıları ve Uygurlardan oluşan bir hükümetin oluşturulmasına karar verildi. 1949 yazında milliyetçilerin komünistlere karşı savaşı kaybetmesiyle birlikte, Sovyetler Birliği yönetimi, Doğu Türkistan Cumhuriyeti lider kadrosunun Pekin’e sadakatini garantiye almaya girişti. Ağustos ayında, Gulca’daki Sovyet elçisi Vasiliy Borisov, cumhuriyetin geleceğini istişare etmek üzere, lider kadrosunu Almati’de toplantıya davet etti. Kasımi ve diğer yönetim üyeleri, eylül ayında Mao Zadong tarafından Pekin’de düzenlenen “Çin Halk Politik Danışma Toplantısı”na davetlilerdi. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden süreçteki bu kritik toplantıya katılım, Ahmetcan Kasımi ve arkadaşları için çok önemliydi.

22 Ağustos’ta kara yoluyla Almati’ye geçen heyet, Sovyet temsilcilerle görüşmeleri bitirdikten sonra 24 Ağustos’ta havayoluyla Pekin’e gitmeye karar verdiler. Rotaları, Almati’den Novosibirsk aktarmalı olarak, Pekin’di.Ancak bölgede hava durumu uçuşa elverişli değildi. Kendileri bu yönde bilgilendirildikleri halde, Mao’nun davetini kaçırmamak için uçuşta ısrar ettiler. Ahmetcan Kasımi, Abdulkerim Abbas, İshak Beğ Munonov, Dalelhan Sugirbayev, Luo Zhi ve diğer yetkililerden oluşan 11 kişilik heyeti taşıyan uçak, kalkışından yaklaşık 4 saat sonra Baykal Gölü’ne düştü. Kazada kurtulan olmadı.

Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin yönetici kadrosunun hep birden yok olduğu bu trajik kaza, aynı yılın aralık ayında, Çin Halk kurtuluş Ordusu tüm ülkeyle birlikte Uygur bölgesine de hâkim olduktan sonra kamuoyuna açıklandı. Çin, o tarihten itibaren cumhuriyet yönetimini sona erdirerek Uygur bölgesini ilhak etmiştir. (gzt.com)